Nerde Kalmıştık

Boynumdan akan kan diğer yanıma süzüldü. Korku, merak ve telaşla harmanlanan yüz ifadeleriyle insanlar çevirdi etrafımı, çığlık çığlığa sesler yükseldi arkamdan

Haberin İçinden / Burhan Karadeniz

Sıcak bir 5 Ağustos sabahıydı. Keyifle tutturduğum ıslıkla adımladım mahallemizin uzun, geniş sokağını. Kuş ve çocuk cıvıltıları arasında yeni bir güne başlamanın olağan telaşı yaşanıyordu. Evden 50 metre kadar sonraydı, yere yığıldı bedenim, elimde sıkı sıkıya kavradığım haber notları bir yanıma saçılırken, boynumdan akan kan diğer yanıma süzüldü. Korku, merak ve telaşla harmanlanan yüz ifadeleriyle insanlar çevirdi etrafımı, çığlık çığlığa sesler yükseldi arkamdan. İşte o an yüzyıllardır süregelen ihanetin hain kurşununa hedef olduğumu anladım.

Bir tiyatroda final sahnesini oynayan oyuncu gibi hissettim kendimi. Ölümle yaşam arasındaki o ince noktadaydım. Son sözlerimi söylerken Cengiz’i, Yahya’yı, Hafız’ı düşündüm. Rahatlamış ve mutlu hissettim kendimi.

Kaldırıldığım Diyarbakır Devlet Hastanesi’nin Yoğun Bakım Servisi’ne şehrin dört bir yanından insanlar sel gibi akmaya başladı. Özveri, dostluk ve dayanışma kendiliğinden organize oldu. Hastaneyi kuşatan dostlar nöbete durdu. Doktorlar bulundu, kan ve ilaçlar getirildi. Bütün ömrüm boyunca tanığım insanların hepsini 3-4 saat içinde yeniden gördüm. Hiç tanımadığım insanlar da vardı. Solgun yüzüme gülücükler yolladılar. Hiç susmayan hastane telefonları, “Geçmiş olsun” , “Seninle birlikteyiz” mesajını taşıdılar çiçekle donatılmış odama. Bir çocuk elinde kırmızı karanfillerle geldi. Ben işte o an 19 yaşımın bütün coşkusuyla avazım çıktığı kadar bağırmak istedim. Belki onurdan, belki sevinçten.

Yaşatmak için kıyasıya mücadele veren arkadaşlar vardı bir yanımda, öte yanımda kana susamış leş kargaları, gerçeğin, dostluğun, kardeşliğin düşmanları. Onlar bilmediler ki kestikçe filizlenen bir fidandı ülkemde gazetecilik. Susturulmayan bir çığlıktı.

Tedavi için Ankara’ya, sonra Almanya’ya gittim. Aynı yoğun ilgi oralarda da devam etti. Siyasi partiler, sendikalar, kültür dernekleri, demokratik kitle örgütleri hep yanımdaydı. Almanya’da bölük bölük insanlar geldi. Hiç yalnızlık çekmedim, daha doğrusu yalnız kalmaya hiç fırsat bulamadım. Almanya’da yaşayan Türklere yayın yapan bir televizyon kuruluşu röportaj yaparak “Burada yaşayan Türklere söylemek istediğin bir şey var mı” diye sordular. Ziyaretime gelenlerin hepsinin Kürt olduğunu, hiç Türk ziyaretçimin olmadığını, oysa kavgamın halkların kardeşliği adına olduğunu söyledim. Program yayınlandıktan sonra bu kez ziyaretime gelen konuklarımın çoğu Türktü. Bizleri çok sevdiklerini, evlerinde misafir etmek istediklerini söylüyorlardı. Çevre illerden telefon açanlar da vardı. 19 yaşında genç bir kız ahizenin öbür ucundan duyulur duyulmaz titrek sesiyle adının Emine olduğunu söylüyor, dostça selamlarını yolluyordu.

Tedavi bittikten sonra doktorlar artık yürüyemeyeceğimi söylediler. Oysa şimdi ben mesleğimin bana verdiği engin onurla, yere sapasağlam basarak kararlı adımlarla yürüyorum. Ben şimdi beynim ve yüreğimle yürüyorum. Hem ne demiş şair?

Bitmedi daha, sürüyor bu kavga

ve sürecek

yeryüzü, aşkın yüzü oluncaya dek.