“Yalnız aşkı vardır aşkı olanın” demişti Cemal Süreya. Yalnız aşk vardır ve mutlu aşk yoktur. Gerçeküstücüler böyle anladılar.
ORHAN KOÇAK- Özgür Gündem gazetesi
Andre Breton’un Nadja’sının sonunda, kitabın zaten gevşek olan dokusuyla büsbütün bağlantısız görünen bir telsiz mesajı var:
“X…, 26 Aralık.- Ile du Sable’de bulunan telsiz telgraf istasyonunun telsiz operatörü, pazar akşamı falanca saatte falanca kişi tarafından gönderildiği sanılan bir mesaj parçası almıştır… Mesajda önemle vurgulanan şey şudur: ‘Yolunda gitmeyen bir şeyler var sanki’, ancak uçağın o anki konumu belirtilmemekteydi. Çok olumsuz atmosfer koşulları ve radyo dalgalarındaki enterferanslar nedeniyle telsiz operatörü ne başka bir cümle anlayabilmiş ne de yeniden bağlantı kurabilmiştir. Mesajın gönderildiği dalga boyu 625 metre idi; öte yandan, alış şiddeti göz önünde bulundurulduğunda, telsiz operatörü, uçağın Ile du Sable çevresinde 80 km’lik bir yarıçap içinde konumlandırılabileceğini düşünmektedir.”
Üç son düşünülebilir bu uçak için, üç muhtemel akıbet. Birincisi, uçağın düşüp paramparça olması, kara kutusunun da bulunamamasıdır. İkinci olarak, uçak kazayı atlatarak yoluna devam etmiş ve sonunda New York ya da daha iyisi Los Angeles havalimanına sakince inmiş de olabilir. Ya da uçak hala dolaşıyor, inecek yer bulamıyordur, ama bağlantı da kesilmiştir.
Üçü de aynı anda geçerlidir bu akıbetlerin, bu ‘senaryoların’ bir zorunluluktan ötekine geçerken yaşadığımız o kararsızlık anlarında sezebildiğimiz gibi, üçü de her zaman ve aynı anda geçerliliğini koruyordur.
Birinci senaryo, gerçeküstücülük akımının (ve genel olarak 20. Yüzyıl başında toplumsal devrim projesiyle şu ya da bu şekilde bağlantı kuran bütün modernist akımların) resmi ve görünürdeki yazgısını anlatır: Yok olmuşlardır ve artık çözülmeyi bekleyen birer şifre bile değildirler. İkincisi, Breton’un kendi kişisel yazgısını değil de, bir tarz, bir davranış üslubu olarak gerçeküstücülüğün geçirdiği dönüşümü ifade ediyor: II. Dünya Savaşı sırasında başka Avrupalı modernistlerle birlikte gerçeküstücüler de ABD’ye göçmüş ve böylece New York dünyanın sanat merkezine dönüşürken, sanatı dolaysızca yaşamın içinde bulmak istiyordu (“… canlı olarak yakalanan belgede hiçbir değişiklik yapmamaya özen gösterme kararlılığı…” Nadja, s. 12) . Postmodernizmde (ve temelinde yatan tüketim toplumunda) yaşamın ve tüketimin ‘estetize edilmesine’ ve sanatın da dekorlaşmasına ve düpedüz bir haz nesnesine dönüştürülmesine doğru yozlaştı bu tutum. Gerçeküstücüler, tek bir anın içerdiği patlayıcı gücü serbest bırakmak, rastlansal bir nesnenin tuhaflığından, düzeni altüst edecek bir enerji devşirmek istiyorlardı. Postmodernizmde, orgazm anının ebedi bir şimdiki zaman olarak dondurulmasının temelini oluşturdu bu.
Üçüncü senaryo… “Yolunda gitmeyen bir şeyler var” diye tek bir mesaj alınabilmişti o kayıp uçaktan, bağlantısız, ne olduğunu tam anlayamayan, kendini de tam anlatamayan, kayıp ruhun mesajı. Bugün de geçerli. O hiçbir yere inemeyen, huzursuz bir böcek gibi uçuşmaya devam eden uçak da enerjisini bu ‘bozukluktan’ , işlerin yolunda gitmemesinden alıyor. İki zorunluluk arasındaki kararsızlık anlarında, sesini uzaktan uzağa işitebiliyoruz hala. Konamayanın vızıltısı. ‘Büyük aşk’ konusu var bir de, ‘çılgın sevi’ : Rastlantının önümüze çıkardığı kişinin her şeyi bir anda değiştirebilecek gücü. Ama yolunda gidemez, her zaman örümceğin öldürücü ‘sevgisine’ dönüşmek zorundadır. “Güzellik ya ihtilaçlı bir güzellik olacak ya da hiç olmayacak” cümlesiyle bitiyor Nadja. Kadın Nadja’nın romanın yazarına yazdığı cümlelerden biri de şöyle: “Sizinkinin başlangıcı olan, nefesimin tükenişiyle birlikte.” (s. 103)
“Yalnız aşkı vardır aşkı olanın” demişti Cemal Süreya. Yalnız aşk vardır ve mutlu aşk yoktur. Gerçeküstücüler böyle anladılar. Dudak dudağa olsalar da, biri soluk alırken öteki verir, birinin içi dolarken ötekininki boşalır.
Andre Breton, Nadja, Mitos Yayınları, Ekim 1992