Haluk Gerger
Geçen hafta Çekiç Güç’ün süresini uzatan parlamento kararının tabii dış politikaya ilişkin ciddi sonuçları var. Bununla birlikte, uzatma kararının Türk iç politikası açısından da ortaya kotduğu gerçekler var ki bunlar üzerinde yeterince durulmuyor.
Çekiç Güç’ün dışa ilişkin sonuçları konusunda çok yazıldı. Bu güç, her şeyden önce, Ortadoğu’nun Yeni Dünya Düzeni çerçevesinde askeri bir çember içine alınması ve pasifikasyonun bir aracıdır. Bugün Ortadoğu, bir yandan Körfez’deki Amerikan işgal ordusu, öte tarafta İsrail silahlı kuvvetleri, Kızıldeniz cenahında Somali işgal güçleri ve Akdeniz-Avrupa çıkışında da Türk militarizmi ile ona desteğe gelen Çekiç Güç tarafından silahlı kıskaç içine alınmıştır.
Burada temek amaç, bölgenin pasifikasyonudur, yani Ortadoğu halkları üzerine emperyalizmin istikrar denen “ölü toprağı”nun serilmesidir. Bu amaçla da susturulması gereken temel radikal başkaldırıların başlıcası olan Kürt ulusal hareketinin imha edilmesi sömürgeci gündemin ilk maddesini oluşturmaktadır. Çekiç Güç’ün bu konudaki katkı ve yararlarını yetkililer çeşitli vesilelerle açıkça ortaya koymuşlardır. Çekiç Güç, Türk militarizmi ile emperyalizmin Kürt direnişi ezmek için ortaklıklarının somut göstergesi ve şiddet aracıdır. Bu güç aynı zamanda Türkiye’de yaşanan iç savaşın uluslararası boyutunu ifade etmekte, onun bir sonucu olmaktadır.
Tabii emperyalizm açısından sadece radikal hareketlerin imhası yetmemektedir. Yeni Dünya Düzeni’nin uluslararası sömürgeciliği açısından bunların ayrıca yeni sömürgelerin ihdası ile ikame edilmesi de gerekmektedir. Bu açıdan Çekiç Güç, aynı zamanda Güney Kürdistan’da Yeni Düzen’in himayesinde bir Kürt manda devleti opsiyonunu da elinde bulundurmanın aracıdır.
Bu opsiyon ayrıca Yeni Düzen’in ilahlarına, kendilerine tanınan sınırlardan çıkma eğilimi gösterdiklerinde, Türkiye, İran ve Suriye’ye karşı bir ek şantaj aracı olarka da Çekiç Güç’ü işlevli yapmaktadır; emperyalizm bu gücün silahlarıyla, “dost-düşman” birkaç kuş birden vurmaktadır.
Bu özetin yanı sıra bence Çekiç Güç’ün süresinin uzatılması kararı konusunda üzerinde asıl durulması gereken ve yeterince vurgulanmayan nokta, bu olayın Türk iç politikasına ilişkin olarak sergilediği, ortaya çıkardığı kimi gerçeklerdir.
Her şeyden önce Çekiç Güç’ün süresinin uzatılma kararları, Türk egemenlik sisteminin başta ABD, emperyalizme çaresiz bağımlılığını çok iyi örneklediği için önemlidir. Unutmamak gerekir ki bugün sistemin tüm karar odakları, bir manda nitelğinde ve hatta kendi himayesinde olsa bile Güney Kürdistan’da bir Kürt devleti kurulmasına karşıdırlar ve bunu kendilerinin yüksek ıkarlarına aykırı görmektedirler. Yine bu odakların hmeen hepsinde Çekiç Güç’ün varlığının böyle bir devlet kurulmasını mümkün kıldığı düşüncesi hakimdir. Bu kanı, bugünkü iktidar ortaklarınca da paylaşılmaktadır ve bunlar tarafından muhalefetteyken çeşitli deflar açıkça dile getirilmiştir. Ne var ki sistem, emperyalizme o denli bağlıdır ki, onun çıkarlarını kendi “yüksek ve milli” çıkarlarından daha fazla gözetmek durumundadır. Bu açıdan bu olay, egemenlerin, kendi belirledikler, “ulusal çıkar” açısından dahi ihanet çukuruna düşmüş olduklarını ve dolayısıyla da bunaluımlarının vahim boyutlarını göstermektedir.
İkinci olarak bu olay Türkiye’deki sahte demokrasinin sefaletini ve bunun sorumlularını da gözler önüne sermektedir. Bugün iktidar, muhalefetteyken söylediklerinin tam aksini ypaarka Çekiç Güç’ün süresinin uzatılmasını savunmakta, daha da vahimi, gerekçe olarak, eski iktidarın gerekçelerinin aynılarına sığınmaktadır! Bugünkü muhalefet ise, iktidardayken yaptığının aksini savunakta, o dönemin muhalefetinin gerekçeleriyle sürenin uzatılmasına karşı çıkmaktadır. İşin daha vahim yanı odur ki, herkes de bilmektedir ki, taraflar yer değiştirseler, bu kez gerekçe ve tavırlarını da değiştirecek, yani bugünün muhalefeti iktidar olsa sürenin uzatılmasını, iktidar da muhalefette uzatılmamasını savunacaklardır. Türkiye’de çok partili demokrasi artık bu kadar süfil bir kandırmaca ve göz boyamaca oyununa dönüşmüştür. Türkiye’nin sivil politikacıları, askerlerden daha fazla demokrasi fikrini, çok partili bir rejimi ve sivil tönetimi itibarsızlaştırmakta, yozlaştırmakta, halkta güvensizlik doğurmakta ve dolayısıyla da bir darbeye karşı duyarlılığın yitirilmesine davetiye çıkartmaktadırlar. Türkiye’deki çok sınırlıu burjuva demokrasisini, yine sermayenin politikacıları katletmektedirler!
Bugün, bir Demirel, İnönü ya da Hikmet Çetin, demokrasiyi, politikayı, parlamenter rejimi, halkı kandırmanın, yalan söylemenin, çifte standardın, hiçbir değere inanamadan sadece oy alma ve belli makamlara gelmenin basit aracı olarak kullanmanın örneklerini sergilemektedirler. Bu kişiler, dolayısıyla da, onu bu kadar yozlaştırmanın büyük ayıbını paylaşmaktadırlar.
Çekiç GÜç’ün varlığını, “ulusal onurun çiğnenmesi”, “bağımsızlığın ayaklar altına alınması” olarak ilan edenler, bugün onu hararetle savunup süresini uzatırken, sadece kendi deyimleriyle “ulusal onuru ve bağımsızlığı” değil, aynı zamanda siyasal ahlakı da hoyratça çiğniyorlar. Türkiye’deki sahte demokrasi oyununda başrolleri paylaşıyorlar, emperyalizmin bölgemizde sahnelediği senaryoda da kötü birer figüran olarak siyasi tarihteki hazin yerlerini alıyorlar.