Sahaflık tarihe mi karışıyor?

Sahaflık mesleği ölüyor mu?... Birçok sahaf bu soruyu kendi kendine sorarken, İstanbul Sahaflar Derneği Başkanı İbrahim Manav mesleğin eski cazibesi kalmamakla birlikte yaşadığını e yaşayacağını savunuyor, ardından da ekliyor “sahaflık ölmez.”

Başkan Manav bu düşüncesini şöyle savunuyor: “Yayımlanan bir kitabın 10-15 yıl sonra mevcudu tükenerek yeni görüntüsü kayboluyor ve bunlar bizim raflarımızın yeni ürünlerini oluşturuyor.”

Ancak bir üzüntüsünü de hemen ekliyor Manav: “Eskiden zaman padişahları, kafalarının takıldığı sorunlar karşısında zamanın Sahaflar Şeyhi’ne danışırlarmış. Artık bu düzeyde ne sahaf kaldı ne de yönetici.”

Sahaflığın basite alınma olmadığını özellikle vurgulayan manav, iyi bir sahafı, “10 bin kitabı, içeriği ile bilen kişi” olarak tanımlıyor. İbrahim Manav’ın verdiği bilgilere göre, sahaf sözcüğü Arapça’da ‘kağıt parçaları’ anlamına gelen ‘suhuf’tan kaynaklanıyor. Sahaflık mesleği tarihi ise, İstanbul’un fethinin hemen sonrasına kadar gidiyor.

Sahaflık mesleği İstanbul’un fethinden sonra Kapalıçarşı’da başlıyor.

Burada halen aynı adla anılan bir de ‘Sahaflar Sokağı’ kuruluyor. Uzun süre bu sokakta etkinlik gösteren sahaflar, 1950’de yanan ve o tarihlerde içinde hakkaklar (mühür kazıyıcılar), baharatçılar, çorap satıcıları ve kitapçıların bulunduğu çarşının yeniden yapılmasından sonra 1952 yılında Beyazıt’taki bugünkü yerlerine taşındılar. Sahafların buraya taşınmasında, dönemin İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı’nı birlikte yürürken Fahrettin kerim Gökay ile gazeteci Hakkı Tarık Us’un büyük katkıları oldu. Sahaflar günümüzde yalnız Beyazıt’taki çarşıda değiller. Galatasaray’da ve Kadıköy’de de yer alıyorlar.

Sahafların müşterileri kim? Bu sorunun yanıtını Kadıköy Akmar Pasajı’nda dükkanı bulunan Mustafa Tükek’ten alıyoruz: “Eski müşterilerimiz genellikle araştırmacılardan oluşuyor. Bunun yanında eski kitap meraklılarıyla, yurtdışındaki bazı kuruluşlar da bizden kitap alıyorlar.”

Piyasada ancak üç beş mevcudu kalmış bir kitabın yurtdışına gitmesine içinin elvermediğini belirten Türkek, şöyle konuşuyor:

“Ben istiyorum ki, bizim araştırmacılarımız tarafından yeni değerlere dönüştürülsün. Ama bazen üniversiteden bir doçent geliyor, kitaba bakıyor yeterli parası olmadığı için alamıyor. Bunun yanında bir de antika meraklıları var. Başkalarının çok daha fazla işine yarayacak bir kitabın, açık artırmalarda antika meraklısının tozlu raflarında kalması bana anlamsız geliyor. Bir değer varsa bundan mümkün olduğu kadar çok insanın yararlanması gerekir.”

Dernek Başkanı İbrahim manav ise dükkanda 800 bin liraya satılan bir kitabın mezatta 6.5 milyona müşteri bulduğunu belirterek. “Bu fiyatı ölçü almamak gerekir. Asıl fiyat dükkandaki fiyattır” şeklinde konuşuyor.

Sahafların belli başlı kaynaklarının evlerden gazete ve kitap toplayan eskiciler olduğunu, bazen de kendilerinin evleri dolaştığını anlatan Türkek, birçok değerli kitabın da kağıt fabrikalarında hiçbir incelemeden geçirilmeden hamura dönüştürülmesinden yakınıyor.

Konu kitap ve kitap sevgisi olunca Mustafa Tükek açık yüreklilikle konuşuyor: “Herkes kitap okunmadığından şikayetçi. Ama ortaya okunacak değerle konulup konulmadığını kimse düşünmüyor. Bence düzeyli yapıtlar yeterince okunuyor. Bu da okuyucunun belirli bir seviyeye geldiğinin kanıtıdır. Gençliğin büyük bölümü artık ön yargılardan uzak kitap okuyor. Nitzsche’yi Almanca orijinalinden okumak isteyen liseli gençler görüyor ve duygulanıyorum.”

Tükek, yıllarca suç aleti gibi gösterilmesinin insanların kitaba olan ilgisini azalttığını da sözlerine ekliyor.