Ansiklopedi savaşları üzerine bir kaç söz

Ayşegül Devecioğlu

Bütün bunlar olup biterken düşünüyorum; beni en fazla çileden çıkartan ne?

Deterjan reklamı taklidi ansiklopedi reklamları mı? Sabah Hürriyet ve Milliyet gazetelerinin bu da yetmezmiş gibi konuyla ilgili olarak aynı dilden fikir beyan eden yazar çizerlerin söyledikleri mi? Kavun karpuz satar gibi kilo hesabıyla ansiklopedi dağıtılması mı? Yoksa oğlumun elinde makas, habire kupon kesmesi mi? Hayır. Beni en çok çileden çıkartan tirajlarını gazetecilik yaparak değil, kuponla arttırmayı alışkanlık edinmiş gazetelerin ev araba vermesi karşısında gösterdiğimiz tepkinin ansiklopedi kampanyası karşısındaki dayanıksızlığı.

Çünkü söz konusu olan televizyon, araba gibi bir şey olmayıp da ansiklopedi olunca ve ansiklopedi kelimesinin içerdiği “saygınlık” toplumumuzda okur yazarlığın kıtlığı, bilgiye ulaşmanın zorluğu olgularıyla birleşince bu çekilişsiz kurasız ansiklopedi skandalı farklı değerlendirilebiliyor. Gazete tirajlarının oldukça düşük olduğu ülkemizde gazetelerin benimsediği bu “yaşama tekniği” hele de söz konusu olan ansiklopedi dağıtmak olunca hoş görülebiliyor. Evet, ülkemizde insanların gazete okumaktan hoşlandığı söylemek gerçekten de mümkün değil.

Kişi başına düşen gate sayısına göre Türkiye gazete tirajları bilinen 144 ülke arasında 62’nci sırada yer alıyor. (26 Ekim 1992 Hürriyet) Dünya da en çok günlük gazete çıkan ülke ise Hindistan. Hindistan da tam 2151 adet günlük gazete çıkıyor. Hindistan’ı ABD, eski SSCB ve Almanya izliyor. Türkiye’de ise 338 adet günlük gazete yayınlanıyor. Bunların çoğunluğu, tahmin edilebileceği gibi yerel gazeteler. Türkiye 4.188.000 ortalama günlük tirajla 17. Sırada yer alıyor. En çok gazete okunan ülkeler ise Japonya, İsveç ve Almanya. Türki Cumhuriyetler ‘de ise hem gazete okuma oranı, hem de gazete tirajları yüksek. Bu cumhuriyetlerde yaşayan halkın tamamına yakını okur yazar.

Türkiye’de günlük gazete satışlarının önemli handikaplarından biri de gazete dağıtım noktalarının azlığı. Sözgelimi; yüzölçümü ve nüfus açısından- Doğu ve Batı Almanya birleştikten sonra- arada büyük bir fark olmamasına rağmen bizde 16.000 olan gazete satış noktalarının sayısı Almanya’da 80.000. Üstelik Türkiye’de bu gazete satış noktalarının pek çoğunu gazete bayileri değil bakkallar teşkil ediyor. (Yüzde 80’i) Bakkallar ise kendileri açısından çok karlı bir iş olmamasına rağmen gazete bayisi olmayı talep ediyorlar; çünkü amaçları gazete satmak ve gazete satışından gelir elde etmek değil, gazete almak için gelen kapıcıların aynı zamanda bütün alışverişi oradan yapmalarını sağlamak. Tamamen ülkemize özgü olduğu söylenen bu durum da gazete satışlarını olumsuz etkiliyor. Kağıt maliyetlerinin yüksekliği, hükümet politikalarının gazetelerin hayatını zorlaştırıcı yönde olması gibi faktörlerin yanısıra halkımız da gazetelere rağbet etmiyor.

Bütün bunları gözönüne alınca, gazetelerin kuponla ev, araba olmadı ansiklopedi vererek tirajlarını artırmaya çalışması bir tür meşruiyet kazanıyor. Çıkan gazetelere bakıp insanların bunları okumamakta yerden göğe kadar haklı olduklarını düşünseniz bile.

Aslında durum hiç de böyle değil. Çünkü tirajı arttırmanın araba, ev, televizyon vermekten başka yolları da var. Fazla düşünmeden ilk aklıma gelen, doğru dürüst gazetecilik yapmak.

Oysa Türkiye basınında baştan sağma, doğruluğu şüphe götürür, hatta düpedüz yalan haberlerle gazetecilik yapma anlayışı yaygın. Haberlerin yazılış tarzı, imla hataları, Türkçe bozuklukları... Gazeteyi her ele alışınızda birkaç gün önce tam tersi yayınlanmış haberlerden tutun, ucuz sansasyon için atışmış yalan yanlış başlıklara kadar sinir bozucu bir sürü ayrıntıyla karşılaşıyorsunuz. Kişilik haklarına saldırılıyor, Kürt sorununda olduğu gibi kışkırtıcı tavırlar alınıyor, kadınlar, cinsel tercihleri farklı olanlar aşağılanıyor. Okuyacak doğru dürüst bir yazı, makale bulamamak bir yana baştan sağma habercilik anlayışı yüzünden kendinizi aptal yerine konulmuş hissediyorsunuz. Bu gazetelerin yayın politikasının adeta “nasıl olsa anlamazlar” anlayışı üzerine kurulduğunu söylemek mümkün.

Memleketin kültür hayatına verdikleri zarar ortadayken, bize kültür hizmeti olarak yutturmaya çalıştıkları ansiklopedi kampanyasına gelince: Köşe yazarlarının ve gazete sahiplerinin kullandıkları dilin, pazarcı esnafının müşteri çekmek için yaptığı çığırtkanlığı andırdığı herkesin malumu. Ertuğrul Özkök gibi “bilgiye saygısı, idealleri” olan köşe yazarları ise “mallarını satmak” için daha sofistike yöntemlere başvuruyorlar. Özkök, “Britanica ve idealler” başlıkla yazısında Hürriyet’in bu hizmetinin bilginin demokratikleştirilmesi olduğundan dem vuruyor. Bilginin demokratikleştirilmesi her insanın bilgi kaynaklarına ulaşabilmesi demek. Bu kavramın ifade ettiği ansiklopedi bilgisinin kolay ulaşılır hale gelmesi değil. İnsanların hayatın nasıl sürdüğünün bilgisine ulaşabilmelerinin, insanların bu bilgileri algılama mekanizmalarını zedelemek olduğunu düşünüldüğünde, Özkök’ün yaklaşımı daha da tuhaflaşıyor. Türkiye, insanların haber ve bilgi alma özgürlüklerinin büyük ölçüde kısıtlandığı bir ülke. Medyanın toplumu bilgilendirme ve haber verme alışkanlıkları, uslupları ise bilgi alma kanallarında algılama bozukluğu ve “kireçlenme” yaratmaktan başka birşeye yaramıyor. Üstelik sözü edilen konuda asgari hassasiyete sahip gazete yönetimlerinin Güneydoğu illerinde gazete dağıtımının Gündem gazetesinin satışının engellenerek, halkın bilgi ve haber alma özgürlüğünün yok edilmesini ciddi bir sorun olarak önlerine koymaların  gerekmez mi? Ama Gündem’in o bölgedeki tirajını almak herhalde söz konusu ideallerden daha önemli.

Aynı gazeteler arasındaki ansiklopedi savaşlarının, ne bilginin demokratikleştirilmesi idealiyle ne de tirajı arttırıp, daha çok insana gazete ulaştırmak, halkı eğitmek düşüncesiyle ilgisi yok. Evet ilk bakışta, gazetelerin temel misyonlarının halkı eğitmek, bilgi taşımak, kültür hizmeti olduğu iddiasıyla bu ansiklopedi kampanyası tam bir uygunluk içinde görünüyor. Ama aslında kendilerinin de ifade etmekten kaçınmadığı gibi, gazetelerin, tirajı arttırmak, daha çok insanın gazete okumasını sağlamak gibi bir amaçları yok.

Amaç birinci satan gazete olmak ve yaygın tabirle reklam gelirleri pastasından en büyük payı almak. İlk başta çelişkili gibi görünebilecek bu durumun izahı şöyle. Gazetelerin, muhabir, yazı işleri kadrosunun ücret maliyetleri, kira, dağıtım film gibi teknik işlemler sabit giderler hanesinde yer alıyor. Tiraj artınca bu giderler değişmiyor ama kağıt giderleri arıyor. Reklam gelirleri sabit kaldığı zaman kağıt giderlerinin artması kar oranını düşürüyor. Bu nedenle gazeteler tirajlarını ancak reklam vereneler açısından ilk tercih sırasında olmalarını sağlayacak kadar arttırmayı tercih ediyorlar. Tiraj, yalnızca reklam alma açısından anlam taşıyor. Yani Sabah en çok satan gazete olduktan sonra tirajını 3 milyona çıkartması ne gerekli ne de karlı. Hürriyet’in ya da Milliyet’in önünde olması önemli. Kısaca bu savaş, ansiklopedi savaşı değil reklam savaşı. Amaçlanan da ne kültür hizmeti ne de bu yolla daha çok insanın gazete almasını sağlamak. Bütün olup biten bu kadar ticari olduktan sonra, ansiklopedi kampanyası reklamının deterjan reklamı gibi yapılmasının da fazla mahzuru yok gibi. Öyleyse bu işe idealleri, eğitim, kültür hizmeti gibi söz de ulvi nedenleri karıştırmanın ne alemi var. Nasıl olsa toplum olarak, dinin de imanın da (hatta ideallerin de) para olduğu yolundaki negatif hayat bilgisine sahibiz.