Ertuğrul Kürkçü
MGK’nın en son toplantısında alınan kararlardan ve yayımlanan bildiriden sonra aramızdan birinin daha gideceğini anlamak için kâhin olmaya gerek yoktu. Bilinmeyen, yalnızca “kontrgerilla”nın listesinde sırada kimin olduğuydu. Geçtiğimiz hafta sonu bu sorunun karşılığını sarsılarak öğrendik: Musa Anter!
***
Musa Anter’in ölümüyle, ender yetişen bir bilgesinden yoksun bırakılan yalnızca, hakları için savaşan Kürt halkı değil. Musa Anter’in ölümü Kürtlerle “barış” arayan Türkler için de yeri doldurulamayacak bir kayıp.
Yarım asrı geçen siyasal ömrü boyunca çektiği onca çileye, eziyete, zulme karşın iki halkın dostluğunun değerine inancını bir an olsun yitirmeyen Musa Anter, belki de Kürtlerden daha çok Türkler için “barışçı bir geleceğin teminatı”ydı.
Kimi zaman sivrileşse de, hiçbir zaman acılaşmayan, çiğleşmeyen diliyle Musa Anter, Türk halkı karşısında Kürtlerin elçisi, her iki halkın gelecek vaatlerinin müjdecisiydi. Türkler, Kürtler nezdinde böyle “eşi bulunmaz” bir elçiden yoksun kalmanın nasıl bir boşluk olduğunu zaman geçtikçe çok daha iyi görecekler.
Musa Anter’in öldürülmesi Gündem için de doldurulması güç bir boşluk. Bu artık, gülümseyerek okuyabildiğimiz pek az sütunumuz olacağı anlamına geliyor… En sert siyasal eleştirileri Nasreddin Hoca’ya özgü bir mizah duygusuyla, en kaba hakikatleri bir Osmanlı çelebisinin inceliğiyle dile getirmeyi bilen, hatta küfretmesi gerektiğinde bile Neyzen Tevfik’vari bir feylesofluğu elden bırakmayacak bir yazarımız artık yok. Yakın gelecekte de olmayacak.
Çünkü Musa Anter yalnızca bir yazar değil, Kürt halkını bütün hayatının canlı hafızası, onun uygarlığa açılan ufkuydu; Musa Anter yalnızca bir politikacı değil, politikayı kültürle, edebiyatı politikayla ilişkilendiren bir kültür ve sanat insanıydı da. Bütün bu niteliklerin bir tek kişide, hem de akıl ve mizah duygusuyla bir araya gelebilmesi içim Musa Anter’in yaşadığı hayatları yaşamak gerek. Böyle kaç insan vardı?
***
Musa Anter’in ölüm fermanını imzalayanlar, “barış saati” gelip çattığında belki de onu öldürmekle en büyük fenalığı kendilerine etmiş olduklarını anlayacaklar; ama çok geç olmuş olacak.
“Devletin bölünmez bütünlüğü” adına cinayeti meşrulaştıranlar, gün gelip iki halk arasında yeniden barış kurulurken, kendileri için “insaf” dilemek üzere dönecek bir yüz aradıklarında kimseyi bulamayacaklar.
Oysa Musa Anter sağ oldukça böyle bir umutları olabilirdi. Musa Anter’in bilgeliği, iki halkın kardeşliği adına, “yeğen”inin katilleri için bile bir bağışlayıcılığı içerirdi. Ama “yeğenler”i Musa Anter’in katillerini hiçbir zaman bağışlamayacaklar…