"Talan İklimi"

Yılmaz Odabaşı

Umuda meyilli, kadre mecbur

Çarpar da kalelere esmerliğini

Kanatır, böğrünü mahvedersin!

Diyarbakır, orada feodalizmin ruhu bir ipte sallanıyor

Ama yerinde yeni bir şey yok!

Çıkıp bu kentin uğultusuna çarpıyorum. Bu kent de uğultusunu bana çarpıyor. Çarpışıyoruz. Kimseler görmüyor... Sonra yüreklerden damlayan terin hesabını tutuyorum. Hesabını; kimselerin bilmediğini bahçelerin dudağında kanayan uzak güllerin, sevgiye çekilen tetiklerin, gecelerin seslerin, kederlerin... Karacadağlı bir çocuğun kan çıbanının, Şemdinli’de bir ağıdın, Peru’da bir balıkçının, Botan’da boşaltılan köy evlerinin...

Ben burada, sırtımda bıçaklarla, etimde küllerle yaşıyorum! Öyle acı ki her şey: Unutmak istiyorum. Atıp bir gülüşe kendimi... bir menekşenin rengine katıp unutmak! Bir şiire, bir yazıya ya da. Unutma düşüncesini bile; bile bile! Ben burada sırtımda bıçaklarla, etimde küllerle yaşıyorum!

Oysa feodal törelerimi s(atıp) da girdim bu kente. Attılar ömrümü çeklere, senetlere ve dipçiklere. Bakmaktan yorgunum hayatın etinde kirli sivilcelere... sivilceleri unutmak istiyorum! “Unutmak” derken, senin de şarkılarını yakıyor günler. Senin şarkıların yenik serçelerin şarkılarıdır, senin şarkıların şarap içer, yağmur giyer geceleyin. Senin şarkıların sadece senin şarkılarınla yan yana: Yan yana! Yana yana senin şarkıların... Hüznün viran deltasında yitirmiş çocukluğunu...

Uçarı bir çocukluğu yitirmiş benimde yüzüm. Yüzüm zamansız ihtilallerde. İhtilalleri tutun: Çocuklar erken yaşlanmasınlar!

Yarayı bir de, yarayı tutun: Güçleri öpüştürün! Gökyüzünü dönüştürün yoksa ölünür alnında günü!

Ölümleri; sessiz ve genç: Unutmak istiyorum... umut dolaylarımdan dolaylarına; o kansız hançerlerinin gözbebeklerinde kaynar derecede bir düşün dü-şü-şü-nü unutmak. Unutmasan ben de kalemimi kendim için kıracağım! İşte bundan her saban kırlangıçların ötüşü benim felaketimdir! Ötüşü yusufçukların: Felaketim! Felaketim!.. Ne demek ister kuşlar?

Uçarı bir çocukluğu yitirmiş benim de yüzüm. Yüzüm, zamansız ihtilallerde!.. ihtilallerde kapkara gecelerin göğüne tünemiş küçük ak noktalardık. Bir düşünün ne aklıklar gizler gece? Ne aklıklar öyle susar gecede; ama öyle çok gecedir ki gece, aklığımızı büsbütün örtecek kadar... örtülüşünü usulca aklığımızın: Unutmak istiyorum!

Ben burada sırtımda bıçaklarla, etimde küllerle yaşıyorum!

Bundan “coşku” ne öyle kabara köpüre nehirler gibi. Siz orada kalabalık ve kabarık kalın, sağolun yalnızlık iyi. Yalnızlık iyi...

Yalnızdım, üşüyordum ey özlem! Beni bir gün ya özlem ya da cinayet bekçileri öldürecekti. Ölecektim, bir gün erken: belki kederden! Yakın o gün! Beni yakın! Savrulup aksın küllerim Dicle nehrinden!

Sonra perdeyi çektim; odamda yaşamın ve yaşamdaki talanın her karesi. Düşlerimde, düşüşlerimde kan ve ayrılık lekeleri... ben de oturmuş dünyanın bir yerinde kendi şarkılarımla vuruyorum kendimi. Vuruyorum kendimi! Vuruyorum kendimi!

İşte bundan her sabah kırlangıçların ötüşü benim felaketimdir. Ötüşü yusufçukların: Felaketim! Felaketim! Ne demek ister kuşlar?

Gün doğunca bütün darağaçlarını kursunlar, kursunlar, kursunlar, kur-sun-şar! Her şey bu kadar güzelken böyle bir yanıyla eksik yaşanana, boğulana, savrulana, talana, sürünene, kirlenene, dalkavukluk, çirkinliğe, figüranlık etmekten bık-tııııııııııım!..

Ne demek ister kuşlar?