Ertuğrul Kürkçü
Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi yayımlanırken patlak veren ücret anlaşmazlığı sırasında yayıncılardan biri zamların yıllık enflasyonun altında kalışını “burada zaten bir artıdeğer üretilmiyor” diye savununca işler iyice çığırından çıkmıştı. Ansiklopedide çalışanlardan biri iskemlenin üzerine fırlamış haykırıyordu, “burası bir kapitalist işletmedir arkadaşlar, biz de işçileriz; işçiler her yerde burjuvalara ne yapıyorsa biz de onun yapacağız!” Yayıncılar ise öfkeyle homurdanıyorlardı: “Biz burjuva mıyız ki, siz proleter olasınız?”
Sonunda ne yayıncılar tam burjuva gibi ne de çalışanlar tam proleter gibi davranabildi. Karşılıklı lokavt ve grev tehditleri arasında grevciler bir yandan haldır haldır yazıları yetiştirmeye çalışırlarken 12 Eylülzede genel müdür de matbaa, yayınevi ve dağıtımcı arasında koşuşturup duruyordu. Ansiklopedinin o haftaki fasikülü yayımlandı; sonrakiler de…
***
Sanayi devriminden, hatta ondan da önce, matbaanın icadından bu yana kapitalist toplumda okuma ve bilgi edinme ihtiyacının giderilmesi için, okuma nesnelerinin –kitap, dergi, gazete vb.- de tıpkı bütün öteki kullanım değerleri gibi meta biçimine bürünmesi kaçınılmaz.
Piyasa, şair, yazar, bilimadamı, çizer ve hatta siyasal propagandacı ile okur arasındaki zorunlu dolayım. Bu dolayım bir yandan son derece ayrıntılı bir iş bölümü temeline dayanan bir basın-yayın sanayisini doğururuken öte yandan bu sanayiyi de piyasanın temel var oluş koşuluyla bağlıyor: Kâr.
Bu ilişki biçimi yazarın da okurun da kendilerini özgürce gerçekleştirmelerinin önünde tarihsel bir engel. Piyasada fikirlerin ve bilgi üretiminin de temel koşulu haline gelen kârlılık, fikirlerin doğrudan üreticilerinin –yazarlar- de onları tüketenlerin –okurlar- de tercihleri üzerinde amansız bir baskı kaynağı.
Neyin yazılacağını da neyin okunacağını da belirleyen piyasa okurla yazar arasındaki tek ilişki ortamı olarak kaldıkça toplumun kültürel tercihleri gitgide basın-yayın piyasasını denetleyen az sayıdaki büyük yayın dev dağıtım şirketinin tekeli altında kalıyor.
***
Batı’daki benzerleriyle karşılaştırıldığında büyükçe bir kitabevinden daha büyük bir girişim olmasa da “İstanbul Kitap Fuarı”na üzerindeki haleyi kaldırıp bakmakta yarar var.
Okuyucular bu fuarda edinmeye uğraştıkları kitapların hangisini hakikaten edinmeyi düşünmüşlerdir, hangisini basın-yayın piyasasının okuyucu tercihlerini etkilemek için giriştiği reklamlar sonucu pek de düşünmeksizin seçmişlerdir? Hangi yazarı hakikaten ötekilerden daha iyi olduğu için tercih etmiş, hangisini “çok sattığı için” okumak zorunda kalmışlardır?
Tercihlerini kitabın kendisi kadar, hatta ondan çok, üzerindeki “1992 bilmem kim ödülü” bandının ya da “bilmem kaçıncı baskı” damgasının etkilemediğini hangi okur tam bir güvenle söyleyebilir? Öte yandan kitabı bir “fetiş” olmaktan çıkarıp onu yaratan ilişkilere daha yakından baktığında okur kitabın değişim değerinin çok büyük miktarda ödenmemiş emeği gizlediğini görecektir.
“En çok satan” yazar ya da çevirmenin bile telif ücreti, kitabın satış fiyatının yalnızca yüzde 15’i kadardır ve çok büyük çoğunlukla okur kitabı satın aldığında yazara telif ücretinin üçte birinden çoğu henüz verilmiş değildir. Son derece düşük ücretlerle ve çoğu sendikasız ve sigortasız çalışan dizgiciler, matbaa işçileri, depocular, hammallar, tezgahtarlar da ödediğini fiyatın ancak yüzde 15 kadarını ya da daha azını paylaşırlar. Geri kalanıysa yayın ve dağıtım şirketleriyle kağıda sürekli zam yapan ve fon uygulayan devlet paylaşır.
Piyasaya sunduğu nesnede içerilen bilgi, duygu ve fikir yükünden ötürü yayıncı da okur da sattıkları ve aldıkları nesnenin bir meta olduğunu unutmaya eğilim gösterir. Kitap fuarı da kendisini bir “Pazar” değil bir “tapınak”mışçasına sunar… Ama bir meta olarak kitabın çelişkisi şurada: Kitap meta haline gelmeksizin, meta olmaktan çıkışının bilgisini sunamaz okura. O yüzden “biz burjuva mıyız ki, siz proleter olasınız” diye homurdanan Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nin yayıncısının bu kızgınlığında o kadar da haksız olmadığı söylenebilir. Ama yayıncının, yazarın, çalışanların ve okurun tercihlerinin böyle üst üste düştüğü anlar bu piyasada yalnızca bir istisnadır ve kendisi hakkındaki düşüncesi ne olursa olsun, yayıncının “Komünist Manifesto”yu bile piyasaya çıkartsa, sonunda Marx’ın ödenmemiş emeğine el koymaması kendi elinde değildir…
Kitap edinmenin hala “fuar”a gitmekten başka yolu olmayabilir ama orada alışveriş ederken yazar, yayıncı ve okurun bir araya gelişi için piyasadan başka bir yol da olabileceğini hayal etmekten sizi alıkoyan bir güç var mı?