Sezai Sarıoğlu
Diyojen, bir söylentiye göre kalp para bastırdığı
için sürgüne gönderilen bir sarrafın oğlu idi.
Eflatun onun için ‘Çılgın Sokrates’ bile demişti.
Her mevsimde yalınayak dolaşır, harmanisine
sarınıp tapınak kapılarında yatar ve bir fıçıda
otururdu. Ansiklopediler böyle yazıyor
Diyojen’i. Söylencelerin vebali tarih yazıcılarının
boynuna. Büyük İskender, Korinthos’ta
kendisine, “bir dileğin var mı?” diye sorunca,
“var, gölge etme başka ihsan istemem” demişti
Diyojen. Öte yandan Diyojen, sıradan insanları o
kadar küçümserdi ki, bir gün öğle vakti elinde
fener, “bir adam arıyorum” diye söylenerek
Atina sokaklarında dolaşmaya çıkmıştı. Çılgın
Diyojen’in serüvenleri bu kadarla sınırlı değil.
Muhalifliği kendinden menkul, antik bir marjinal
olarak o, pek bilinmeyen başka tuhaflıklar da
yaptı. Kanımca, marjinallik ve muhaliflik dışında
Diyojen’in en temel özelliği, hareketi
yadsımasıydı. Bir gün, hareketi inkar eden
Elealı Zenon’un dersinde, cevap olarak
yürümüştü. Bir sabah dünyada, ülkede ve
Sinop’ta olanlardan sonra iyice taş kesmiş
Diyojen ile konuşmak üzere mekanına
gittim. Kentin dışında, zeytin ağaçları içinde bilge
haliyle karşıladı beni. Kulağıma eğildi ve bu
kente bir avare yeter dedi. Zeytin ağaçları içinde
insansızlaşmış bir taş değildi Diyojen. Denizin
yamacında, taş içre sıcacık bir insandı. Feneriyle
birilerini işaret ederek onların insan olmaya vakti
yoktur diyordu yağmurun kulağına.
Birkaç gün önce yine, fotoğraf haliyle
konuğumdu Diyojen. Taşolasıca İnter Star
kabataş ve yontmataş devri haberlerini geçiyordu.
Oh olsun haberleri ve görüntüleri ölüm suretiyle,
telgrafın tellerine konmuştu. Yaşam suretiyle
gülüveriyordu dağsaçlarında kadınlar. Çırılçıplak
giyiniklerdi. Giyinik resmi taşlar çırılçıplaktı.
Bu kadar tuhaflığa dayanamadı. Fenerini, dünyanın
en orta yerine güpe gündüz astı ve çekip gitti
düşler ülkesine..
En önde şırıl çıplak kadınlar akıyordu… Tuşumiya
deresi sıladağa yürüyordu.