Yedek subay toplumu

Ragıp Zarakolu

Saçma sapan bir tartışma yürüyor. Darbe olur muymuş?

Darbeye ne gerek var ki? Her şey yolunda.

Asayiş berkemal.

Herkes görevinin başında. Ve bilincinde.

Basın. Mahkemeler. Hükümet. Parlamento. Devletin sivil organları hepsi görevini bihakkın yerine getiriyor.

Devletimiz saat gibi işliyor. Eşsiz bir karşılıklı anlayış ve iş birliği anlayışı egemenken, darbeye ne gerek ki?

Eğer darbeyse, MGK’nin geçtiğimiz aylarda yeni ulusal güvenlik belgesinin hükümete “tebliğ” etmesi bir darbe sayılmaz mıydı?

Ve son MGK bildirisinin, 80 sonrası Konsey tebliğlerinden önemli bir farklılığı olduğu söylenebilir mi?

Aman Tanrım! Ne biçim bir ülke bu!

Bir Danıştay Başkanı kalkıp, bir “yasa” adamı, gerillalarla aynı “yöntemlerle” yanıt verilmesi gerektiğinden bahsedebiliyor.

82 Anayasası bile, 138. Maddesinde, hiçbir organın mahkemelere emir ve talimat veremeyeceğini açıklıkla belirtirken, Ankara DGM savcılığı MGK bildirisinin ardından, derhal 11 HEP üst düzey yöneticisini tutuklayabiliyor.

HEP yöneticilerinin tutuklanması bir hukuk skandalıdır. Türkiye’de demokrasinin “d”sinin bulunmadığının itirafıdır.

Gerekçe HEP kongresinde insanların düşünce ve kanaatlarını coşkuyla dile getirmeleri. Adamlar kurşun mu sıkmış, mala mülke ziyan mı vermiş? Yine aynı engizisyon, yine aynı ilkellik.

Aynı Osmanlı zaptiye kafası. Vurun, ezin, dağıtın. Avrupalıya eziklik, siniklik. Kendi halkına zorbalık.

Alınak’a niye kızdınız ki, “Genel Kurmay hükümeti” deyince?

Darbeye ne gerek var ki? Bay Demirel tarihten dersini aldı. Artık ona, şapkasnı alıp gitmesini söylemeye gerek bile yok. Ne denirse onaylıyor.

Sahi, hükümet var mı ki? Neyle iştigal eder?

Genelkurmay Başkanı’nın gezisine Özgür Gündem çağırılmadı. Herhalde çatlak ses sayıldı. Gidenler eski yedek subaylar olarak, huşu ile, saygı ile, ellerini yanda tutarak izlediler yapılan açıklamaları. Bir tane de “hınzır” gazeteci çıkıp bir soru yöneltmedi. Bu mu gazetecilik? Nerede meslek onuru, coşkusu, şeytanlığı beyler. Ve ertesi gün hepsi resmi gazete gibi benzer şeyler yazıyorlardı.

Elbette askerlerin de kendilerini ifade etmeleri, açıklamaları doğal bir davranış. Peki ya gazetecilik?

Ve manşetten psikolojik savaş yürütüleceği yolunda tatsız bir haber. Belli ortalığa yine dehşet havası salacaklar. İnsanlar iyice bir şey anlayamaz hale getirilip, tek yönlü şartlandırılacaklar. Bu zaten yapılıyor. Bombalar, esrarengiz yangınlar birbirini izliyor. Sokaktaki adama göre, her yürüyüş, her bildiri, açıklama, her bomba PKK’nin işi, her Kürt potansiyel PKK’li ve suçlu.

Herhalde “darbe” şamatası da psikolojik savaşın Türklere yönelik bölümü. Zaten Kürtlere ayrı, Türklere ayrı psikolojik savaş yöntemleri uygulanacağı da resmen açıklandı.

Diğer bir açıklama ise, İdil, Silopi, Uludere ve Cizre ilçelerinde ayaklanma hazırlığı olduğu. Bu da psikolojik savaşın Kürtlere yönelik bölümünün başlangıcı anlaşılan.

İnsanlık adına uyanık olun. Bu adı geçen yerlerde çok kötü şeyler meydana gelebilir. “İnsanım” diyenler, yeni bir vahşetin sergilenmesine izin vermeyin.

Parlamentonun onurunu olağanüstü mahkemeler önünde koruma tavrı da kısa sürdü. DGM talimatı uyarınca, HEP’in durumunu değerlendirmek üzere özel bir komisyon kuruldu.

Yapmayın beyler. Bir zamanlar Demokrat Partililer, CHP hakkında özel soruşturma komisyonu kurdu diye Türkiye’de darbe olmuştu. CHP örgütü tüm ülkeyi birbirine katmıştı, “Özgürlükler elden gidiyor” diye.

HEP Türkiye’nin partisi olmaya çalıştı. Kürt sorununun “birlikte” çözülmesini savundu.

Kanlı bir boğazlaşmayı önleyecek, her türlü siyasal çözüm olanaklarını ara kuruluşları ortadan kaldırmayı hedefliyorsunuz. Ateşle oynuyorsunuz. Yazık edeceksiniz bu güzelim ülkeye. İttihatçı kafasıyla gidiyorsunuz. Göz göre göre, siyasal çözüm arayışlarından kaça kaça Yugoslavya’nın ne hale geldiği ortada iken, henüz vakit hala erken iken, hakim olun “gazabınıza”.

Şu ülkede bir tane gerçek “siyasetçi”, yedek subay ruhundan arınmış sivil politikacı yok mu? Bu gidişe “Dur” diyecek cesur aydınlar inisiyatifi yok mu?

Askerler meslekleri gereği dünyanın her yerinde askeri çözümlerden yana olurlar, başarısızlıkları, yenilgileri onları iyice saldırgan kılar. Ve savaş, yönetimi onlara bırakılmayacak kadar çok boyutlu, çok ciddi bir iştir. Ve politikacı, devlet adamı diye de bir lşey vardır.

Asker kafasına göre, Kore’de, Vietnam’da atom kullanılmalıydı. Cezayir’de soykırımdan çekinilmemeliydi. Ama ABD’de Nixon; Fransa’da De Gaulle, savaşın çözümsüzleştiği noktada, tarihi kararları çekinmeden alabildiler. Truman, atom kullanmak isteyen savaş kahramanı McArthur’u hiç yüksünmeden görevden alabildi.

Bunlar sivil otoritenin devletin zor aygıtları üzerindeki üstünlüğünün örnekleri. “Politikacı”nın, yani sözel olarak “halk temsilcisi” olanın üstünlüğü…

Ama bu “dayak” toplumunda, politikacının da yaptığı işe inanması beklenebilir mi? Hele on yılda bir üç kez “tokatlanmayı” sineye çekmişse. Bir daha niye olmasın?

Tarihin tekerrür etmemesi, aktif tavra bağlıdır ey politikacılar, ey aydınlar, “İnsanım” diyenler.

Bir kez daha seyirci kalmayın.