08.09.1992
İstanbul – Metin Gülbay Sirkeci’den çıkın yola. Tabii trenle. Sağa değil sürekli sola bakın. İlk istasyon Cankurtaran’dır. Ama oraya bile gelmeden demiryolunun hemen üstünde demir parmaklıklı pencereleri tuğlalar örülmüş ve kenarında başlayan duvarın “Bir süre” devam ettiği bir yapı görürsünüz. Bu görüntü oranın bir hapishane ya da ona benzer bir yer olduğunu çağrıştırabilir. Ama eğer yolunuz sahilden geçerse hemen Cankurtaran Deniz Feneri’nin dibinde surların ortasında bir kapıdan girip çıkıldığına ve çevrenin yeşil olduğuna tanık olursunuz. Üzerinde “İstanbul Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastanesi” yazılı bu kapıdan girdiğinizde tam karşınızdaki yapı hani o demiryolu tarafından görünüşü demir parmaklıklı pencereleri tuğla ile örülmüş yapıdır. Solda ise başhekimin de içinde bulunduğu laboratuvar ve idari kısımların yer aldığı uzunca bir yapı göze çarpar. Demiryoluna komşu olan bu taraf ile bu uzunca binanın önü yemyeşil bir parktır. Adından anladınız değil mi bu hastanenin ne il iştigal ettiğini. Deri, bildiğiniz deri, tenasül ise nesl’den geliyor. Nesil yetiştirecek üreme anlamını taşıyor. “Âlatı tenasül”, örneğin, üreme organı demek. Başhekimlik ne tür hastalıklarla uğraşılıyor bu hastanede sorumuzu “Cinsel ilişkilerle geçen hastalıkların teşhis ve tedavisi ile iştigal ediliyor” biçiminde yanıtladı. Binalar Topkapı Sarayı’nın müştemilatı olarak yapılmış. İlkin 1908 yılında Kuledibinde, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı olarak kurulan hastane 1918 yılında Hasköy’e nakledilmiş. Hastanenin bugünkü yerine taşınması 1930 yılında gerçekleşmiş ve adı da “Zührevi Hastalıklar Kadın Hastanesi” olmuş. Bu tarihten itibaren 52 yıl süreyle belediyeye bağlı olarak görev yapmış. Bu arada adı “İstanbul Cilt ve Zührevi Hastalıklar Hastanesi” olarak değiştirilmiş. 1982 yılında ise Belediye ile Sağlık Bakanlığı arasında yapılan bir anlaşma ile hastane 10 yıl süreyle Sağlık Bakanlığı’na devredilmiş. Devredilme gerekçeleri arasında belediyenin o yıllarda hastanenin mali yükünden kurtulma amacının da varolduğundan bahsediliyor. Eski yılları anımsayan tanıklar o yıllarda hastanenin içinin derbeder bir görüntüde, yolların çamur ve binaların “Allah’a emanet edilmiş” bir durumda olduğundan bahsediyor. Bugün bu tür sorunlar yok. Üstelik binaların bir anlamda “Reforme” edilmesi de gündemde şu sıralar. Yani onarım yapılacak. Hastanenin bir kısmında belediyenin, diğer kısmında ise Sağlık Bakanlığı’nın etkinlik gösterdiğinden söz etmek gerek geçerken. Yani sıradan vatandaşlar cilt veya cinsel hastalıklarını tedavi ettirmek için buraya geliyor. Hastanenin hastalarına gelince. Başhekimliğin yanıtlarına göre “Hastaların yüzde 99’u Emniyet Müdürlüğü Ahlak Zabıtası Kısım Amirliği’nce getirilen ve geçimlerini gizli fuhuşla temin eden hayat kadınlarından” oluşuyor. Hastanenin laboratuvarı V.D.R.L ve T.P.H.A serolojik testlerini yapıyor. Bu hastanenin en önemli özelliği ise İstanbul’un herhangi bir hastanesinde yapılan AIDS testlerinin teyit edildiği tek yer olması. Hastane çalışmalarını tarama yöntemi ile gerçekleştiriyor. Yıllık tarama kapasitesi 4 bin muayene ve 7 bin civarında tahlilden oluşuyor. Bunlar güzel bilgiler ve insanın yüreğini ferahlatıyor. Peki girişte aktardığımız tuğlayla örülmüş demir parmaklıklı pencereler neyin nesi? İşte madalyonun öbür yüzü bu soruyla başlıyor. Efendim, buraya zorla getirilenler arasında hap tutkunları, diğer bağımlılar falan var. Anlayacağınız sıradan hasta değil bunlar. Tabii hayat kadını denilen o güzelim insanlar da buranın ayda bir ziyaretçisi oluyor. Bunlara son zamanlarda ithal hayat kadınlarını da katmak gerekiyor ki şu aralar sayı bakımından bizimkilere fark atıyorlar neredeyse. Eh tümünü bir arada düşünürseniz burada yaşanan dünyanın ne kadar “renkli olduğuna ilişkin olarak biraz tahminde bulunabilirsiniz. Görevliler bağımlılar haricinde diğer ziyaretçilerle hiçbir sorunları olmadığını belirtiyorlar. Ama o bağımlılar yok mu? Yeni badana edilmiş duvarları anında çizmeye başlayanını mı ararsınız, tuvaletler yerine ortalık yeri kullananını mı, elindeki sopayla floresanları birer birer kıranları mı? Arka pencerelerin örülmesinin nedenini de öğreniyoruz bu arada. Pencereler askeri birliğin bulunduğu yerleşim merkezine bakıyor. Bu pencereler tanıkların anlattıklarına göre neler görmüş neler? Askerliğini yapan 19-20 yaşlarındaki gençler demiryolunun bir yanında, hayat kadınları, ilaç bağımlıları hastanede. Yani ateş barutun karşısında. Gençler tabii ki boş durmuyor. Laf atmalar değil sorun olan. Pencereden fiziki yakınlaşmalar olduğundan bile söz ediliyor bir zamanlar. Pencere aracılığıyla dışarıdan uyuşturucu veya hap almayı önlemek için pencereler örülüyor tuğla ile. Eskiden demiryoluna hemzemin olan bahçe de ziyaretçileri meraklı ve yakından ilgili genç erkeklerden korumak için duvar ile çevrilmiş. Şimdi kadınlar daha rahat. Bahçedeki banklarda oturan “ithal hayat kadınları”, şarkılarla türkülerle sıralarını bekliyor. Yerliler ise hastaneden dağıtılan ve kendilerini AIDS’ten nasıl koruyacaklarını bildiren kartvizit biçimindeki uyarıcı ilanlardan hoşnutlar. Yapılan hizmetin kendi yararları için olduğunu biliyorlar. Cankurtaran Feneri’nin hemen dibinde bir hastane var: Deri ve Tenasül Hastalıkları Hastanesi. Artık trenle ya da otobüsle bir yerlere giderken etrafıma daha dikkatli bakıyorum. İstanbul’da neler var neler.
Copyrights © 2022 Tanıklık - Tüm Hakları Saklıdır.