Tarihe Bakarsanız Anlarsınız!

ECE AYHAN - ÖZGÜR GÜNDEM

Önceleyin şunu anlatmak istiyorum: Tabii “Tarihe bakarsanız anlarsınız”dan yola çıkarak. İlginç ve kendiliğinden özgün bulduğum ve de beğendiğim (yarısı şair, yarısı tarihçi ve tam anlamıyla tarihi verileri kurcalayacı bilimadamları, hatta ülkenin bilim dünyasının gerçek onuru sayılan Ömer Lütfü Barkan, İdris Küçükömer, Şerif Mardin, Mete Tunçay ve İsmail Beşikçi gibi) yazarları, araştırmacıları ve onların gözü karalıklarını ve çok şeyi göze almalarını hep düşünmüşümdür.

Bu karmaşık ortamda nasıl bir babayiğitliktir bu? Nasıl bir delikanlılıktır bu? Ve işin ‘haklılığın inadı’yla örtüşmesi de vardır ayrıca.

Ama tarihin kendisi ya da tarih yazıcılığı biraz böyle değil midir? Hiç olmazsa, koşullar ne olursa olsun tarih ve tarihçilik denen şey, en azından böyle olmalıdır. Olabildiğince ve becerebildiğince; nesnel olacak ve hep her şeyin nesnel karşılıklarını arayacaksın!

Doğulu insanlar, bir gazetede okuduğuma göre, özellikle işsiz gençler, deyimi aynen kullanıyorum, ‘İstanbul kanunları’nın oralarda da geçerli olmasını istiyorlar! İstemeleri hiç de boşuna ve anlamsız değil. Ve böyle bir konuda en ufak bir rastlantıya da nokta bırakılmamıştır. Nitekim bırakılmaz da.

Evet, gerçekten, eğer şair şairse, yarısı tarihçidir! Yani şiir ve tarih, bu uslu ve halim selim Anadolu’da içiçedirler! Bin yıldan beri böyle olmuş ve böyle gitmiş. Yani hiç bir şair ve hiç bir tarihçi hiç bir biçimde özel konumundan ve kendi oturduğu özel sandalyesinden olaylara, olupbitenlere bakmamıştır. Bakamaz da.

Yine bence, insanlar ve insan yavrusu, ya da düpedüz ve açıkçası insan, hatta benim özel deyişimle ‘insan-insan’ ve de insanlar arası ilişkiler, ancak ve ancak bir ucundan biraz şöyle açıklanabilir ya da açıklanacaktır ilerde.

Zaten yamuk ve yampiri bu dünya; tabii bana göre, tümüyle bir ‘kötülük toplumu’ ya da daha yetkin bir anlatışla, ‘örgütlenmiş sorumsuzluk’tur: gerzekte ve dipte olan!

Ve hem ‘aşk’ hem de ‘şiir’ yitip gitmiştir ortalıktan. (Zaten Türkiye her anlamda şiire kapalı bir topluluktur bence) Ve hiçbir zaman da şiiri, hele modern şiiri hiç sevememişlerdir. Onların şiirden anladıkları çok başka bir şeydir herhalde.

Oysa bu dünyada (Edip Cansever’i anıyoruz şimdi) şiirden ve aşktan başka hiç bir şey yoktur.

Gerçekten de hiç aşksız ve şiirsiz-ikisi de içiçedir- bir dünya olabilir mi? Sözgelimi ‘aşksız’ bir şiir dizesi bile yazılabilir mi hiç? Bütün sivil şairler de böyle düşünürlerdi.

(1956’dan sonraki Sivil Şair denen İkinci Yeni Akımı şiirlere; düpedüz Beria gibi, Jdanov gibi, bizim sinemamızın Ahmet Tarık Tekçi’si gibi, suratsız ve abus çehreli ve ahmak eleştiriciler, (Ankara’da beliren Modern ve Çağcıl şiire gerçekleri değiştirerek) sözde karşı çıktılar. Utanmadan bu Aykırı Şiir Ankara’da Pazar Postası’nda çıkmamışmış, eleştirmen Mustafa Erdost’un bu iş’de hiç rolü olmamışmış filan. İşin bam tellerini ve ilk kez olan Sivil yeniliği göremediler ve sezemediler.

Ve o güzelim ‘Ben Düşüncesi’ni ve ona bağlı dünya görüşünü, muhasebeci hesapları gereği, bizlere alabildiğine sevimsiz ve olumsuz göstermeye çabaladılar. Hiç bir yeniliğe ve hiç bir yeni biçime yer yokmuş sözde. Tabii yalnız bize değil, okurlara ve düzhalka da çapraşık ve esrarengiz ve tehlikeli göstermeye çalıştılar sivil şiiri akıllarınca, cüce akıllarınca!

Özellikle ve ayrıca, bir büyük kuyruklu yıldız gibi parlayan ve bütün cumhuriyetin üç-dört ve benzersiz şairinden birini es geçtiler.

Her şey bir yana; bize ne kadar kızarlarsa kızsınlar ve ne kadar küplere binerlerse binsinler; yine de, Cemal Süreyya’nın, Sezai Karakoç’un ve de İsmeet Özel’in ‘cumhuriyetle yaralanmış’ olduğunu, bir ölçüde de olsa, sezebilirlerdi. Hatta bütün Sivil Şairler de derece derece böyleydi, İstanbul’un büyük ve eski aileleri ne kadar acımasız ve gaddar oluyorlar yahu? Gerçekten tümüyle insanlık dışı bir gerçektir bu! Ben kendilerine yalnızca sahtekârlar! demekle yetinmiyorum. (Şimdi çaktırmadan sorsanız Sezai Karakoç’un ve İsmet Özel’in öğretmen ya da avukat olduklarını filan sanırlar. 59 yaşında ölen Cemal Süreyya’nın ise, ‘cins’, ‘sıkı’ ve ‘özgün’ bir şair olduğunu; sözgelimi, Sabahattin Eyüboğlu, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Adnan Benk, Yaşar Nabi Nayır, Asım Bezirci, Atilla İlhan, Hilmi Yavuz, Erdal İnönü, Zeki Baştimar, İsmail Bilen, Güzin Dino, Müzehher Va-Nu, Rıfat Ilgaz, hatta Dağlarca, değil onu anlamak, algılayamamışlardır bile. Eh geçmiş ola! Ve Allah selâmet versin sizlere, sizin gibi dumura uğramış adamlara!

Evet “Tarihe bakarsanız anlarsınız!” ama gerçekler, belgeler ve olgular olduğu gibi açıklanırsa.

Sözgelimi Atilla İlhan (Halk Partisi ödülüyle lekeli olduğu halde), Asım Bezirci, gazeteci Hasan Pulur, Ömer Faruk Toprak, v. s. Cemal Süreyya’yı hep parasız yatılı okuduğu ve anne baba dahil hiç kimsesi, bir kiralık evi bile olmadığı için olsa gerek; onu faşist olmakla, Franco’cu, Mussolini’ci ve Hitler’ci olmakla suçlayabilmişlerdi. Akıllarınca belki de cumhuriyetin üç-dört şairinden biri olan ve apaçık da Sivil, belki de ilk Sivil Şair olduğu olgusunu karambole getirip okurların kafalarını karıştıracaklardı.

Tarihe bakarsanız anlarsınız”ı daha sürdüreceğiz!