Ertuğrul Kürkçü
“Olağanüstü hal”in uzatılması kararı, hükümetin “Kürt sorunu”nun çözülmesine yönelik hiçbir plana sahip olmadığını bir kez daha kanıtladı.
Daha doğrusu, hükümet, iradesini ve yetkilerini “Kürt sorunu”na ilişkin kendi dışındaki iki büyük planın sahip ve uygulayıcılarına devretmiş görünüyor.
“Olağanüstü Hal”in sürdürülmesinin, sorunun Türkiye sınırları içindeki bölümünün askerlere havale edilmesinden başka bir anlamı yok “Çekiç Güç”ün göreve devamı ise sorunun Irak’taki ucunun ABD’nin iradesine terkedildiğinin kanıtı.
DYP-SHP hükümeti gelip geçici prestijler söz konusu olduğunda imza yetkisini Özal’la paylaşmamakta, kıskançlıkla direniyor. Ama aynı hükümet, Türkiye’nin geleceğini biçimlendirecek en hayati meseleye ilişkin bütün yetkilerini askerlere ve ABD’ye bırakmakta tereddüt etmiyor.
Şu halde, oturup bu hükümetin sorunu çözecek adımlar atmasını beklemek bir ham hayal. Hükümetin, varsa eğer, tek planı, hiçbir adım atmamak ve kimseye attırmamak.
Hükümetin kendisini teslim ettiği askeri plan ise 14 yıldır uygulamada. Bu plana göre, sorunun temeli “PKK terörizmi”. Sorunun çözülmesi için de temel neden yok edilecek, yani askeri yöntemlerle ortadan kaldırılacak. Kürtler’in devletin yönetimine yönelik bütün istekleri reddedilecek ve 12 Eylül’deki statüye geri dönülecek.
Türkiye 14 yıldır bu planın peşinde sürükleniyor. “Sorun” çözülemiyor. Çünkü, her şeyden önce, PKK askeri yöntemlere öncelik verse de esas olarak askeri değil, siyasal bir güç. İkincisi, PKK’nin dile getirdiği amaç ve özlemler, birçok değişik politik eğilim ve çıkar arasında bölünmüş de olsalar Kürtler’in – yalnızca Türkiye’de değil, İran, Irak, Suriye ve Ermenistan’daki Kürtler’in de- ortak amaç ve özlemleri. Nihayet üçüncüsü Kürt sorunu yalnızca güneydoğudaki dokuz ili değil, kapsadığı Kürt nüfusu dolayısıyla başta İstanbul ve İzmir olmak üzere, Adana, Antalya, Mersin gibi Batı’daki büyük kentleri de ilgilendiren ve etkileyen bir süreç.
O yüzden güya, “sorunu kökünden çözmek” üzere askeri yöntemlerle “tenkil” edilen her PKK gerillası, kendi yerini almak üzere, Kürdistan’ın her kesiminden on genci ayağa kaldırıyor. Güya sınır ötesi harekatlarla “dışarıdaki üsleri yerle bir edilen” PKK önderliği, kendisine Suriye’de olmazsa Irak’ta, orada olmazsa İran’da ya da Ermenistan’daki Kürtler arasında kolayca harekat alanı buluyor. Üstelik Türkiye içinde artan ölçüde araziyi denetler hale geliyor. Güya “PKK ayaklanması”nı ezmek için Cizre’de, Şırnak’ta, Nusaybin’de uygulanan “karşı-ayaklanma” yöntemleri yöre halkında yalnızca devlete değil bütün Türkler’e nefret doğurmakla kalmıyor, iki halkın karşılıklı nefreti İstanbul’da, İzmir’de, Adana’da da yaygınlaşmaya yüz tutuyor.
Ama halka karşı hiçbir sorumluluğu olmayan askerler, sorunu çözmek bir yana açık bir yara gibi işlemekten başka hiçbir işe yaramayan bu planı hükümetlere dayatıp her dört ayda bir Türkiye’yi bir iç savaşa doğru itmeye devam ediyorlar.
14 yılın özeti bu. Şimdi sormak gerekmiyor mu? Böyle kaç 14 yıl daha geçirmek zorundayız?
Bu sorunun karşılığını yalnızca “sol” verebilir. İki türlü. Birincisi, bugüne dek genellikle yaptığı gibi, “Kürt sorunu” konusundaki pısırıklığını, hımbıllığını, düşüncesizliğini sürdürür. İç savaş heveslilerinin Türkiye’yi teslim alan planına karşı hiçbir gerçekleşebilir ve akılcı politik seçenek ortaya koymaz. Ama olduğu yerden “enternasyonalist” ahkam kesmeye ya da Kürtler’in mücadelesinden “devrimci” rant devşirmeye yeltenir. Bunun pratikteki karşılığı solun Batı’da da Doğu’da tecrit olması ve sorunu “milliyetçilikler”in iradesine terk etmesidir.
Ya da sol, en geniş katmanlarıyla birleşik bir politik hareket halinde girişimi ele alır. Ülkenin kaderi hakkında somut, anlaşılabilir, elle tutulabilir bir proje ortaya koyar ve bu proje doğrultusunda Kürtler’in siyasal öncüleriyle siyasal bir çözüm için işbirliğine girişir.
Böyle bir projenin ilk unsuru devleti toplumun çok sınıflı, çok uluslu, çok kültürlü tabiatına uyduracak bir yapı önerisinde düğümlenmektedir. Geleceğe, “büyük devrime” ertelenmesi gerekmeyen, yarın bile gerçekleşebilmesi mümkün olacak böyle bir yapının biricik sözcüsü “sol”, en geçin anlamıyla “sol” olabilir. Çünkü sağ ve onunla ortaklık halindeki sosyal demokrasi siyasal sahneyi bu anlamda askerlere terk ederek sıvışmıştır.
Ülke iç savaş heveslilerine teslim edilirken, bu karanlık gelecekten kaçınmak için “sol”un ülkenin kaderinde söz ve rol sahibi olmak üzere meşru, birleşik ve haklı bir çıkışından başka hiçbir seçenek yok.
Eğer bu seçenek üzerine kafa yormanın ve inisiyatif almanın zamanı hala gelmemişse, “sol” devrimci iddialarını bir yana bırakabilir. Çünkü bir devrim için gereken ülke çapındaki meşruiyeti kazanmak, bu sorunu çözebilecek yeteneğe sahip olduğunu kanıtlamayı şart koşuyor.
“Kürt sorunu” yalnızca onu boğarak ortadan kaldıracağını sananların değil, sorunun çözümünden akıl ve iradelerini esirgeyenlerin de sonunu hazırlıyor.