Önce buğdayı, sonra bulguru kaynatırlar

Ali Doğan

Anadolu’da bir köye ilk olarak geliyorsanız köy meydanının bir köşesinde, içi oyulmuş büyük bir taş göreceksiniz. Köyün en yaşlısı bile bilmez onun tarihini. Çünkü zamanına göre çok modern olan bu sistem dededen babalara ve torunlara kalmıştır. İlkel dediğimiz o insanlar bu taşın içini oyarken ne elektrikli bir alet ne de taşı yumuşatan bir ilaç kullanmışlardır.

TUNCELİ- Çoğu zaman soframızdan eksik etmediğimiz bulgurun hayat hikayesini biliyor muyuz? Soframıza nasıl geldiğini düşünme gereği duyuyor muyuz?

Özellikle Anadolu’da Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı köylere bir gün şöyle bir uzanıverin. Zaman ağustosun terletici sıcaklığının sonu, fırtınaların mevsiminin başlangıcı olsun. Kerpiçten, yıkık ve boş evlerin arasındaki küçük dar sokaklarda gezinin. Ve sonra köyün meydanına gelin.

Eğer siz Anadolu’da bir köye ilk olarak geliyorsanız, köy meydanının bir köşesini işgal etmiş, içi oyulmuş büyük bir taşı ilk defa göreceksiniz. Değil siz, köyün en yaşlısı bile bilmez onun tarihini. Çünkü köyün en eski, eskinin en modern bu sistemi, dededen babalara ve torunlara kalmıştır. O kocaman taşın yanına yaklaşıp daha yakından inceleyin. Çünkü ilkel dediğimiz o insanlar bu taşın içini oymuşlardır. Oyarlarken ne elektrikli bir alet, ne de taşı yumuşatan bir ilaç kullanmışlardır.

“Ne işe yarıyor?” diye sorduğunuzda köyün en yaşlısı, oturanlar arasından sıyrılıverir ve “Evladım buğdayın bulgur, bulgurun pilaf olma hikayesinin başrolünü bu taş oynuyor” diye başlar anlatmaya:

“Otur otur şöyle. Yo yo, taşın üstüne sakın oturma. Biraz daha yaklaş. Bak şimdi. Önce buğrayı kazanlar içerisinde güzel kaynatırız. Sonra kaynayan buğdayı, damın üstüne atıp kurutmaya bırakıveririz. Kuruyan buğday kırmızı bir renge bürünür. Daha sonra gençler çuvallara koyup şu gördüğün taşın yanına getirir. Taşın etrafı astır (kilim) dediğimiz bezlerle çevrilir. Getirilen buğday tekrar ıslatılır. Hafif ıslatılan bulgur taşın içerisine konulur. Sindırın (İçerisi oyulmuş bu taşa sindır denilir) içerisine koyulan buğday serkutuk dediğimiz ağaçtan yapılmış olan bu aletlerle başlanır dövülmeye. Tabii ki bu işi yaz tatilinde köye gelen gençler yapıyor. İyice dövülen bu buğday sonra kepekler ve taneler şeklinde birbirinden ayrılır. Götürülen kepek rüzgarın önünde savrulup birbirinden ayırt edilir. Kalan taneler ise makinelere verilir ve parçalanır. Parçalara ayrılan buğday, bulgur olur. Oluşan bulgur ise tencerenin içerisinde pilav oluverir. İşte böyle evladım.”

Size bu hikayeyi anlatan yaşlı adam yere oturduğunda şalvarı tozlanmıştır. Siler şalvarını ve evin yolunu tutar. Bu sindır taşı çoğu yerde kutsal sayılır. Köylüler taşın üzerine oturmazlar. Oturanlara “günahtır oturma” derler. Ancak, bir köy vardır ki, bu köyün insanları akşamın serinliğinde bu taşın içine oturuverirler. Hem pilavı bu taş sayesinde yerler, hem de klasik bir koltuk olarak kullanırlar. İşte bu köy Tunceli’nin Mazgirt ilçesine bağlı Hulman (Doğucak) köyüdür.

Gerçi bu taş artık bir çok köyde koltuk yerine çevrilmiştir ama yine saygı duyanların sayısı da az değildir. Bulgur artık çoğu yerde modern aletlerle pilav olurken bu eski geleneklerin bulunduğu yerde yaşamak hiç de sıkıcı olmasa gerek.