Muhsin Kızılkaya
Nizamettin Ariç, adını ilk olarak söylediği türkülerle duyurdu. 1970’li yıllarda özellikle “Oy Fırat Fırat” türküsüyle ve yaptığı kasetlerle gündeme geldi. Sonra film teklifleri aldı. Sinan Çetin’in ilk filmi olan “Bir Günün Hikayesinde oynadı. Film uzun süre sansüre takıldı, yasaklandı. Sonra Şahin Gök’ün ilk filmi olan “Kurban Oluğum’da rol aldı.
Bu dönemden sonra Ariç, artık sadece müzisyen değil, aynı zamanda oyuncuydu da. Sonra bilinen dönem geldi, 12 Eylül darbesi oldu. Birçok kişi gibi Ariç de kaçmak zorunda kaldı. Generallerin hışmından kurtulmak için Suriye’ye doğru tehlikeli bir yolculuğa çıktı. “Kaçış” imgesi bu dönemde beyninin bir yerine çakıldı. Bu kaçış ileride yapacağı müziğine ve en önemişi bir sinema filmine kaynaklık edecekti. Ariç şimdi Almanya’da, Berlin’de yaşıyor. Konserler veriyor. Kürt müziğinde yeni arayışlar içine giriyor. Konserlerine sadece Türkiyeli insanlar değil, yabancılar da ilgi gösteriyor. Yaptığı sözsüz senfonik Kürt müziği denemeleri onun ileride yapacağı başka işler konusunda “değişik” ipuçları veriyor.
Berlin’de, bir akşam yemeğinde bir araya geliyoruz. Şimdi Avrupa’nın çeşitli sinema çevrelerinde tartışma konusu olan bir filmi var artık Ariç’in. Müzikle ve Türkiye’de oynadığı filmlerle yetinmeyen Ariç, 1991 yılının sonlarında, Ermenistan’da tamamı Kürtçe çekilen ilk yönetmenlik denemesine girişmiş. Bu işten oldukça başarılı çıkmış olacak ki. “Kılamek Jı Bu Beko- Beko İçin Bir Türkü” filmi gösterildiği dört festivalde şimdiye kadar iki ödül almış. Kodak Film Ödülü ile Venedik Film Festivali’nde Sinema Yazarlarının Yılın Filmi Ödülü... “Kılamek Jı Bo Beko”nun en önemli özelliği, tamamının Kürtçe çekilmiş olması. Filmde bir kaçışın öyküsü var. Bu öykü çerçevesinde, doğası ile Kürt insanının dramı... Kadınlar... Çocuklar... vb.
Ariç, kendisiyle birlikte sinemaya başlayanların şimdi konser filmleri yaptığını söylüyor: “İnsan müzisyense müzikle ilgilenmeli, oyuncuysa film çevirmeli. Şimdi bu iki iş karıştırılıyor. Sesi güzel olduğu için film yaptırılıyor. Ben o dönemler bana oyuncu Nizamettin Ariç olarak teklif getirin, türkücü Nizamettin Ariç olarak değil dedim.”
Ariç’e göre Türkiye’de herkesin iki mesleği var. Birincisi kendi mesleği, ikincisi sinemacılık! Peki yönetmenlik nasıl aklına düşmüş?
- “Kılamek Jı Bo Beko” fikri nereden doğdu?
Ariç: 1981 yılında Türkiye’den Suriye’ye geçtim. Bir grupla birlikte tehlikeli bir kaçıştı. Başkaları da benzer yöntemlerle kaçmıştı. Onlarında öyküleri vardı. Kaçma üzerine bir filmin notlarını ilk olarak o zaman aldım. Daha sonra Almanya’da 1986’nın sonlarında fikri geliştirdim, yan öykücükler koydum.
- Kürtler üzerine bir film yapmak için, ille de folklorik öykülerden mi başlamak gerekir?
Ariç: İşe yanlış başladılar sanırım. Bana göre “Mem û Zin” bir Kürt filmi değildir. Folklorik öykülerden önce bizim çekmemiz gereken daha birçok öykü var. Benim için bir insanın çok kısa bir anı, onlarca film için büyük bir materyaldir. Kaçma üzerine bir film tasarlarken, amacım tutsaklığı, yoksunluğu, baskıyı anlatmaktı. Bunu başardım sanıyorum.
- Yaptığın enstrümantal müzik parçalarının çoğu sinemaya yakın. Film müziğini andırıyor.
Ariç: Çektiğim filmde müzik çok azdır. Yaşadığımız coğrafyanın kendisi bir müziktir. Anlattığım hikayelerin kendisi müziktir. Müzik sinemada yardımcı bir araçtır. Sinemanın kendine özgü bir dili vardır. Önemli olan o dili yakalamaktır.
- Kürt sinemasının başlangıcını nerede görüyorsun?
Ariç: Kürt sinemacıları dışarıda yetişmeli. Tekniği öğrenmeli. Sinemanın kuramını kaynaklandığı yerlerde öğrenmeli. Bence şu anda bir Kürt sinemasından söz edilemez. Sinema bir iki filmle olmaz. Sinema bir sanayidir. Bunlar şu anda Kürdistan’da yok. Önce bir altyapı oluşmalı. Bunlar oluşsa bile Kürt sinemasının kendine has bir karakteri olmalı. En azından başlangıç için uluslararası ürünler ortaya koymalı. Folklordan şiddetle kaçınmalı. Evrensel öyküler, evrensel temalar bu sinemanın temel taşları olmalı. Filmimin Türkiye’de gösterilmesini bunun için çok istiyorum. Bir Kürt sanatçısının hiç de başkalarından farklı olmadığının görülmesini istiyorum. Ancak mevcut yasalar belki şu anda buna izin vermiyor, fakat filmim İstanbul Film Festivali’ne çağrılmalı. En azından, öğrendiğime göre bu festivalde sansür uygulanmıyor.
- Filminde daha çok çocuklar, kadınlar ve sonsuz bir doğa var.
Ariç: Kürt kadını, Türk sinemasında anlatıldığı gibi değildir. Kürt toplumunda kadının farklı bir yeri vardır. Filmimde kadın yöneten kadındır, hükmeden, yol gösteren. Bu kadınları anlatırken, Kürtçenin sonsuz olanaklarından yararlandım. Kamerayı doğaya bıraktım, kendisi çekti her şeyi. Müzikten sinemaya geçen biri olmanın avantajlarını kullandım.
- Politik sinema için ne düşünüyorsun?
Ariç: Kürtler gibi mazlum halklar var oldukça politik sinema olacak. Ancak reel dünya başka, sinema başka. Birbirinden çok farklı dünyalardır bunlar. Önemli olan reel dünyayı, sinema dünyasına nasıl aktaracaksın? Bu bir üslup ve dil sorunudur. Bu dil keşfedildikten sonra anlatılmayacak hiçbir politik olay yoktur. Aslında Kürler de “Rambo” filmleri çekebilirler. Düşüncede militarist olduktan sonra, her şeyi kahraman gösteren filmler yapılabilir. Örneğin şimdi müzikte bu yönde “kahramanca” şeyler yapılıyor. Bunu sanatın gelişimi açısından son derece tehlikeli bir eğilim olarak görüyorum.
- Anlaşılmak ve anlaşılamamak gibi kaygıların var mı?
Ariç: Sinemayı herkes için yapmıyorum. Filmimi aklı başında insanlar için yaptım, bundan sonra yapacaklarımı da aynı insanlara yapacağım. Bana göre sinema, yönlendirici bir sanattır. Kürt sinemasını yapacak arkadaşlara tavsiye ediyorum. Şimdilik Kürt folklor hikayelerini bıraksınlar. Çocukların köyde okula gidişi bir filmdir. Olağanüstü bir insan malzemesine sahibiz. Ve Kürt dilinden kaçmasınlar, Yağız, esmer Kürt delikanlıları varken, filmlerinde bebek yüzlü mankenleri kullanmasınlar.