İstanbul - Hüseyin Şimşek
Topkapı’dan Edirnekapı’ya giden ana yolun sağında kalan Sultan Mahallesi hizasında, sur dibinde, her Çarşamba günü, İstanbul’un tek ataraba pazarı kurulur. Ne o bildiğimiz semt pazarlarıyla, ne galeri veya açık oto pazarıyla, fazla bir benzerliği var. Padişahlık döneminden beri süregelen, kendine has “raconlar”, uzmanlıklar yaratmış ayrı bir dünya. Bugün gelinen noktada ise, can çekişen, büyük kent yaşamınca her hecen gün biraz daha dışlanan bir meslek.
- Altın kralı bu be!
- Al dört tekerleğe, tek bağla!
- Bu Arap abi, Veliefendi’den yeni damladı!
Gerçekten de bir zamanların fırtına atları, çaptan düştükten sonra, farklı işler için sur dibinde haraç-mezat. Veliefendi Hipodromu’nda, birçok yarışı kazanıp, zirveden düşen atlardan damızlık, binek ve koşu için satılığa çıkanların isimleri sıralanır: İki genç cambaz, Doğan ve Ersoy kardeşler, 5-6 yıl önce “Nadir”i, geçen kış ise “Ceyhun”u koşu için arabacılara sattıklarını anlatıyor. Necmettin Vural ise, “Geçen yıl ünlü ‘Fatih’ düştü pazara. Damızlığa verdik. ‘Karaoğlan’ın kısmeti ise, bir arabacıda açıldı” diyor. Ziyaret ettiğimiz gün, pazarda hipodromdan “düşme” iki İngiliz ve bir Arap atı vardı. Satanlar adlarını bilmiyordu.
Necmettin Vural, işi büyütmüş eski cambazlarda. “Meslek babadan kalma. Cambaz çocuğuyum. 50 yıldır adalarda amme hizmeti yapıyorum. Büyükada’da 236 tane arabamız var. Burgaz ve Heybeli’de ise on-on beş.” Mesleğin “evveliyatı”nı sorduğumda, “eskiden herkesin gedikleri vardı. Yeri bilinirdi. Taksi gibi çalışırdık. Şimdi… İstanbul’da at arabasıyla ancak kavun, karpuz satılır ya da eskiler toplanır” diyor. Meslekte, “gedik” iskele olarak da ifade edilir. Atın bağlandığı, arabanın çekildiği herkese ait belirli durak anlamında.
Mesleğin kaybolan bir başka özelliğini, Ahmet Durmuş’tan öğreniyoruz. “Eskiden at pazarını, sabahtan hoca açardı. Bütün pazarcı esnaf arkasında, tekbir getirir, öyle başlardı her şey.”
“Buradaki 500 kişiden, 200 yüzü cambazdır” şeklinde devam ediyor Durmuş. Cambaz meslekte alan ile satanı uzlaştıran, iki taraftan da belli bir “hak” alan kişidir. Birçok satıcı, aynı zamanda sağında solunda süren pazarlıkta cambazlık da yapar. Yani biraz, “sen bana cambaz ben sana.” Şaban çelik, 15 yıl Adana’da faytonculuk yapmış. Cambazlığa 38 yıl önce Beşiktaş’ta başlamış. “Bu meslekte tam yedi çocuk okuttum” diyor. Müfettiş olan tek kızından, özellikle övgüyle söz ediyor.
Eskiden, sürücülerin ehliyetli, arabaların ruhsatlı olduğu anlatılıyor. Bülent Atak, mesleğin adalarda bile ölmekte olduğunu söylüyor. “İstanbul şimdi, kim kime dum duma. Esnaf halkı zayıfladı. Müşteriler, arabalara binmekten korkuyor artık.”
Hulusi Durak, bugüne kadar işi sürdüren en yaşlı at, araba pazarlamacılarından biri. Mesleğe, çocuk yaşta ve at arabasıyla nakliyecilik yaparak adım atmış. Yaş ilerledikçe, alım-satım işine girmiş. Tanık olduğu at pazarı tarihini anlatıyor: “Bundan 50 yıl önce, Bayrampaşa’da at pazarı için bir yer verildi bize. Ömrü 10 yıl oldu. Belediye, otobüslerini yığdı. Oradan Edirnekapı’ya taşındı Pazar. 5-6 yıldır da buradayız. Sultan Mahallesi’nin sur dibinde. Yarın öbür gün buradan da kocarlar. Bakalım buradan nereye…”
At pazarına en çok at ve araba adalardan, adalardan da Büyükada’dan gelir. Bazen de götürülür. Pazarın en canlı dönemi, adalarda yaz sezonunun bitişiyle başlar. Yıpranan atlar, eskiyen arabalar adalardan taşınıp, büyük kentin daha çok kenar semtlerinde, çevre ilçelerde kullanılmak için satışa çıkarılır. Büyükada, her açıdan at pazarının kalbi. Ve ada atları dagalıdır. Çünkü, adada çalışma ruhsatı alınabilmesi için, her yıl veteriner kontrolünden geçirilmek zorunda. Düzce, Çorlu, Lüleburgaz, Silivri gibi birçok yakın, uzak ilçeden pazara at getirilir ve alınır.
Hulusi Durak, “67 vilayetten at ve beygir gelir bu pazara” diyordu. Necati Asa ve arkadaşları, bir kamyon kiralayıp, Düzce’den getirmişler atlarını. At fiyatları, 500 bin ile 5 milyon, arabalar ise 1.5 ile 7 milyon arasında değişebiliyor.
En büyük sorunları, yersizlik. Salih Durmuş, Selanik’teyken başlamış bu işe, 65 yıllık cambaz: “Selanik’te belirli bir yerimiz vardı. 1946’da Türkiye’ye geldim. Oradan oraya değişip duruyor.” Bülent Atak, “Ahır bulamıyoruz. Bulduğumuzun kirası 400 bin lira. Ne elektriği var, ne suyu” diyerek söz alıyor. Ayda bir at için, asgari yem harcaması ise, 600 bin deniyor. Artık trafiğe çıkamaz olan at arabasının nakliyeciliği ölmüş sayılmakta. Atı, arabayı satıp işsiz kalanlar çok. Şaban Çiçek, “Başka bir sanatımız yok. Bunu bırakıp gangsterlik mi yapalım” diye yakınıyor.
Sık sık muhatap oldukları soruyu yöneltiyorum gruba: Bu atlardan satılamaz olanların, kaçta kaçı “bir biçimde kasabı yol eyleyip”, sofralarımıza geliyor olabilir? Hiç konuşmayan biri, “anlat anlat” diyor arkadaşına. Öbürü gülüyor: “Kesiliyor da kurtuluyor be abi. Bitmiş, sakat at. Kendin öldürmeye kalksan öldüremezsin…”
Hayli dökülmüş, çift tekerlekli arabaları içinde gencecik iki kardeş cambaz: Doğan ve Ersoy kardeşler. Arabanın önüne, arkasına birer at bağlı. “Sultan Mahallesi’nde oturuyoruz. Dört kardeşiz, biri kız. Hiç okula gitmedik. Babamız öldü, cambazlık bize kaldı” diyor Doğan.
Büyükşehir yayıldıkça üstlerine üstlerine gidiyor ve ip üstünde değillerse de, işleri zor at cambazlarının. Hatta içlerinden kimine göre “bitik” sayılır.