Ertuğrul Kürkçü
Kitab-ı Mukaddes’te “kıyamet günü”nün başlangıcını tasvir eden yukarıdaki sözler, “kıyamet”in nedenlerine bağlanarak sürer: “Vakit tamamdır, haram helal oldu, helal haram oldu…!”
Hangi dinden olurlarsa olsun, inananlar, Kutsal Kitaplarından bir temel “varoluşsal ilke” edinir: “Bu dünya geçicidir… Hepimiz mutlak erdemin sahibi yaradan karşısında günahkarızdır… O yüzden bir gün mutlaka ‘kıyamet’ kopacak, değerini bilmediğimiz bu nimetler onu bize veren tarafından elimizden alınacak, hepimiz ahrette günahlarımızın hesabını vereceğizdir…”
18. yüzyılın bilimi din karşısında her ne kadar yeryüzünün ve insanlığın sonluluğu “inanç”ının safdilce olduğunu kanıtlamaya uğraşıp durduysa da, modern kozmolojinin bütün verileri bu “inancı” doğruluyor… Bir gün yeryüzü ve onunla birlikte insanlık da kozmolojik yasalar gereğince ortadan kalkacak… yeryüzünde yaşamı var eden koşullar güneş sisteminin bir “kara deliğe” dönüşmesiyle yok olacak.
O yüzden, 21. Yüzyılın eşiğinde bir “maddeci”yi bir müminden üstün kılan, bu “kıyamet” anının gerçekliğine inanmayışı değil artık. Ayrım şurada: Maddecinin inancı “metafizik” bir sezgiye değil, kozmolojik süreçlerin “demir yasalar”ının bilgisine dayanıyor. O yüzden “kıyamet”in insanlar arasında değil, gök cisimleri arasındaki bir ilişkinin ürünü olacağını biliyor. Kutsal kitapları, bugünün bilgileri karşısında aşınmış “mutlakçı” iddialarını çürüterek okumak da, onları kendi tarihlerine ve kendi koşullarına iade ederek yorumlamak e anlamaya çalışmak da mümkün.
İkinci yolu tuttuğumuzda bu metinlerde “kıyamet alameti” diye anılan şeylerin gerçekte Mezopotamya, Nil, İndus vadilerinde birbiri peşi sıra batıp çıkan uygarlıkların çöküş süreçlerinin tasvirleri olduğunu görürüz.
Binlerce yıl boyunca birbirlerine karışıp eklenerek o güne gelen söylenceler, kutsal metinlerde yürürlükteki toplumsal düzenin aşınmasının yol açacağı toplumsal kargaşalık açısından birer “ibret” dersi olarak alıntılanır.
Öte yandan bu metinlerde mitolojik zarfından çıkarıldığında “kıyamet” denilen anın aslında toplumun iç bağlarının kopuşu ve üretim güçlerini geliştirme yeteneğini yitirmesi olduğunu anlamak zor değil. Bir kez bu bağlar kopup, toplum maddi hayatını sürdürme yeteneğini yitirince toplumsal dayanışmanın sona ermesi, kamusal olarak tasarruf edilen sulama sistemlerinin, toplumun hayat kaynağının çökmesi kaçınılmazlaşır. Toplum her türlü doğal ve toplumsal afet karşısında çaresizleşir. Kuraklık ve sel felaketlerine çevredeki barbar kavimlerin akınları eşlik eder… kendisini yeniden üretemeyen uygarlık yok olur…
Bir ırmak boyu uygarlığı için “kıyamet”, o yüzden bir toplumsal süreç olarak, “Helal haram, haram helal” olduğunda başlar…
***
Bütün Türkiye, bir Asyatik ırmak boyu toplumuymuşçasına bir haftadır “kıyamet korkusu”yla yatıp kalkıyor. Ama bizim toplumumuzun itikatları Asyatik olsa da yaşantısı modern. Her şeyimiz dünyevi artık.
“Tanrı”mız MGK, “kıyamet”imiz askeri darbe.
Yıldızlardan haber getiren rahiplerin yerini CIA’den “istihbarat” taşıyan gazeteciler aldı. Kimileri, önceki “kıyamet”lerin kayıtlarını karıştırıp patlamamış kaç “bomba”nın “kıyamet alameti” sayılabileceğini bulmakla meşgul. Kimileri de modern Tanrımız MGK’nin son vahyinde “kopartacağı kıyamet”in sebebi olarak zikrettiği “bazı kitle örgütleri ile bazı kitle iletişim araçları” derken kimleri kastettiğini keşfe çalışıyor…
***
Eski uygarlıkların dinsel biçimle içinde dile getirdikleri “safdil” inanışlarını anlama çabası o tapınakları birer “safdil” merkezi olduğu yargısına vardırmamalı kimseyi.
Tam tersine kendi çağlarında hakim sınıfların iktidar merkezleri olan bu tapınaklar, “kıyamet korkusu”yla sindirilmiş halkın “Tanrıların gazabı”ndan “korunmak” için en değerli maddi ve manevi varlıklarını kurban ettikleri alışveriş mekanlarıydı da. Tapınağın iktidarı tehlikeye düştükçe ya da sunaklara getirilen kurban sayısı azaldıkça rahiplerin “kıyamet alametleri”ni sayıp dökmeye başlamaları bu alışverişin doğası gereğiydi.
***
Bugün “Çook alametler belirdi” diyerek remil atmaya başlayan modern rahiplere ve MGK “vahiyleri”nin kimi “kurban” istediğini tefsire girişen yalvaçlara bakınca bu Asya ülkesinde sanki yedi bin yıldır hiçbir şey değişmemiş gibi gelebilir. Ama bu bir yanılsama…
O kadar çok “kıyamet” gördük, “kıyamet” teknolojisiyle o kadar içli dışlı olduk ki, kimse bu kadar çok patlamamış bomba ve gerçekleşmemiş sabotaj ve suikast karşılığında ne kurban vermeye ne de kurban olmaya razı edilebilir artık.
Asıl kıyamet, bu “kıyamet” komplosu bertaraf edildikten sonra kopacak. “Haram helal oldu, helal haram oldu” çünkü…