Yaşar Kaya
Musa Ağabey, ben hastanede iken telefon edip “Aman bir şaka yapma” demiştin, ben de “Korkulacak bir şey yok, çok iyiyim” dedim size. Ama şaka değil, en ciddi olanı yaptın. Ahmet Türk ve birkaç arkadaşla akşam yemeği yerken bir telefon geldi, yüreğim koptu. Amed’de ölünüz değil, morg sedyesinde kırmızı kana bulanmıştı ak saçlarınız; kinimi ve nefretimi biledim. Sana yakıştığı şekilde ölümsüzleştin. Bütün dünyaya vurdu ajans haberler, bense çaresizlik içindeyim, anlıyor musunuz? Fakslar, telefonlar, telsizler, resimler seni taşıyordu gönülden gönüle.
Ertesi gün İstanbul’a döndüm, sana gelen mektupları açtım. Notlarım vardı, onları size ulaştırıyorum. Ben otururken Halkın Emek Partisi İstanbul İl Başkanlığı ve bütün posterlerinizle bir basın toplantısı yaptılar, yumruklar, zafer işaretleri havadaydı. Siz serhıldanları severdiniz. Onun için bildiriyorum. Biliyorsunuz, size eksik fazla hiçbir şey anlatmadım. Herkes “Ape Musa namır’e” diyordu. “Şehidê me namırın!” diyorlardı. Manzara dehşetli, iki söz de ben söyledim. Ne söylediğimi bilmemenize imkan yok, tekrar etmiyorum.
Yukarı odama çıktım. Yeni Asya gazetesinden ayrılmış bir grup İslamcı size ziyarete gelmişlerdi. Onlar otururken, Türkiye’nin en yaşlı komünisti Mehmet Bozışık ve arkadaşları da size gelmişlerdi; güzelliğinizi söylediler. Bu arada Mihri Belli ve arkadaşları geldiler. Türkiye’nin fikir mozaiği size ziyarete gelmişlerdi. Hepsi bir ağızdan yüce yüreğinizi, ruhunuzu, mücadelenizi andılar. Merak etme, hepsini sizin misafirperverliğinize layık ağırlamaya çalıştım. Kürt aydınları, Türk aydınları, sendikacılar, yayıncılar, çok ziyaretçiniz vardı. Size sevgi ilanları verdiler. Nereye dönsem sizinle beraberim. Server Tanilli Hoca sizi yazmış. Hep sizinle ilgili çıkan yazılardan sizi haberdar ederdim ya. Onu da bildireyim dedim. Tıpkı size yazdığı mektup ve Köln Radyosu’nda kitabınız üstüne yaptığı konuşma gibi, kestim saklıyorum. Size vereceğim.
Ziyaretçilerimizin söylediği sözleri not aldım. Onları “tarih” denen ak sakallı bir amcaya bıraktım. Elinize geçmeyebilir, hiç de zararı yok. Siz öyle şeylere alışıksınız, kayıplara hiç mi hiç üzülmezdiniz. Hele kendinizle ilgili olursa…
Size geliyoruz, bugün Amed’deyiz. Bu satırlar, bu notlar size çok sevdiğiniz ve canınızı gerçekten verdiğiniz Amed’den. Yolumuz sizin Zivingê’deki evinize doğru. Size geliyoruz.
Ahmed Arif nerede, Necip Köprülü nerede, al kanlar içindeki ak saçlarınıza ne yazdılar? Yok, yok “Yiğidi öldür, ama hakkını ver” dememişler miydi? Necip Köprülü daha 1958’de sizin için yazmamış mıydı? Yazmıştı, bakın ne diyordu:
“Uykularım zenciyken Afrikalı bir akşama doğru yürüyordun, saçlarındaki aklar tel teldi:
Rüzgar, ‘Be-Mal’ türküsünü sürüklüyordu kaldırımlarda.
Gece bir baldırıçıplak olmuştu kaldırımlarda.
Seni devler kıskanıyorlardı.”
Ben aklımda kalanları yazdım ama 1960 kışında Soğukkuyu Askeri Cezaevi’nde evrakların arasında bulduğum şiiri, “Ölümsüz Musa Anter” kitabına koyacağız; çünkü onu sana yazmıştı. Ben, ölmeden evvel Necip’le çok konuşmuştum.
Dün gece hayali bir iş yaptım. Elime bir teyp aldım. Dr. Yusuf Azizoğlu2nun, Mustafa Remzi Bucak’ın, Faik Bucak’ın, Zehra Abla’nın, Ziya Şerefhanoğlu’nun, Apo Hayri’nin eczacı Besim Bey’in mezarlarına gittim. Size ağlamıyorlardı. Gözyaşları yoktu. Bilakis size sözünüze, sohbetinize kavuşmanın sevinci içinde idiler. Bana kızdılar, “Yeter bizi Musa’dan mahrum bıraktığınız” diyorlardı. Haydi öyle olsun, benden de selam ve hürmet götür tanıdıklara. Senin o en koyu karanlık dönemdeki yurtsever arkadaşlarına. Onların da ellerinden öperim. Onlar da o dönem benim ulusumun yurtsever adamlarıydı.
Ya Faik Amca’ya ellerinden öptüğümü söyle, o benim suratımı öperdi, şimdi ak sakallı olduğumu biliyor mu?
Unutmadan söylemeliyim. Yurtsever Kadınlar Derneği size çiçek getirmişti. Solmasın diye suya koydum, faksladığınız yazıları okuyorum, birazdan arkadaşlara vereceğim. Merak etme, hiç belli olmaz, bakarsın bugün yarın görüşürüz.
Birazdan kara Amed’i terk edip size doğru, Zivingê’deki evinize geleceğiz. Yeni yollar, yeni dağlar, yeni ovalar göreceğim. Benim o tarafa ilk gelişim. Tarifsiz kederler içindeyim. Dönüşte, İstanbul’da sizin için bir şeyler yazacağım. Ne mi yazacağım? “Kendisini tarih yapan Kürt aydını, Musa Anter” diyeceğim.
“Ülkesinin aydınlarını yetiştiren en büyük mamosta” diyeceğim, “Aydınlanma hareketimizin 50 yıllık ödün vermez kalemşörü” de diyeceğim, “Biri bin eden sevdanın özü” diyeceğim.
Ne olur bunlar için bana kızma.
Tekrar tekrar ellerinden öperim.