Nihat Taydaş
Mehmet Uzun’un “Bir Varoluş Mücadelesi: Kürt Edebiyatı” başlıklı incelemesini, severek-beğenerek okudum. Böylesi yazıların tanıtıcı olduğuna ve sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum. Ancak incelemenin 2 Temmuz 1992 tarihli son bölümündeki bir saptamaya katılmıyorum. Yanlış bulduğum görüşü belirtip gerekçelerimi sıralayacağım.
Mehmet Uzun, araştırmasının sonunda, şu değerlendirmeye ulaşıyor: “(…) Türkiye’deki Kürt yazarlarının önemli bölümü, yeterince Kürtçe bilmediklerinden ya da devletin baskısından kurtulmak için, Türkçe yazıryorlar. Özellikle Fransızca ve İngilizce yazan Afrikalı (kuzey Afrika dahil) yazarları çok uğraştıran bu sorun, yabancı dillerle yazan bir yazar ve yapıtları o ülke edebiyatı içinde değerlendirilebilir mi? Konuyla ilgili olarak, anadilinden başka bir dil ile yazan Cezayirli yazarlar Katip Yasin, Rasid Boudcedra, Faslı yazarlar Abdullatif Laabi, Tahar Ben Celloun, Senegalli şair-Fransız Akademisi üyesi Leopold Sedar Senghor, Martinikli Aime Cesaire ve Nijeryalı yazarlar Chinua Achebe ile Wole Soyinko’nun soru karşısındaki cevapları “evet” ve “olur”dur.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de de kendine kaynak olarak sözlü Kürt edebiyatını, gelenek ve göreneklerini almış, Türkçe, Farsça, Arapça yazan bir bölüm yazar var. Ancak yazıyı fazla uzatmamak için kendimizi altı yazarla sınırlandırmamız gerekiyor: Salim Berekat, Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Seyit Alp, Esma Ocak ve Yılmaz Odabaşı.”
Salim Berekat’ı bilmiyordum, Uzun’un yazısıyla öğrendim. Mehmet Uzun, O’nun Arapça yazdığını belirtiyor. Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Seyit Alp, Esma Ocak ve Yılmaz Odabaşı’nın Türkçe yazdığını biliyorum. Kimi ürünlerini okudum. M. Uzun’un adlarını verdiği yazarları, Kürt edebiyatının içinde değerlendirmek yanlıştır. Berekat’ın dışındaki yazarlar Türkçe yazmışlardır. Türk edebiyatı içinde değerlendirilmeleri gerekir. Eğer kökenleri temel alınarak değerlendirilecekse, Mevlana’yı, ataları Türkiyeli olan Ermeni asıllı Amerikan yazarı William Saroyan’ı, Farsça yazan İran Azerbaycanından Seyyid Muhammed Hüseyn Şehriyar’ı ve Samed Behrengi’yi de Türk edebiyatının sanatçılarından saymak gerekecektir.
Prof. Fuad Köprülü, “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” (1918) ve “Türk Edebiyatı Tarihi” (1920-1921) yapıtları ile “Yeni Türk Mecmuası”nda (1933) yayımladığı incelemesinde, Mevlana’yı “İran kültürünün Anadolu’da en büyük temsilcisi” ve “İran’ın enbüyük mutasavvıf ozanı” olarak nitelemektedir. Köprülü’ye katılıyorum. Mevlana’nın yaşamıyla ilgili bilgiler yeterli değildir, Türk soyundan geldiği kabul edilmektedir. Konya’ya yerleşmiş, orada ölmüştür. Türkçe yazmamıştır ki Türklerin sanatçısı olsun. O, Farsça’nın en büyük ozanlarındandır Mevlana ve onu izleyenler, Türkmenlere-Türk kültürüne karşı durum almışlar, Karamanoğlu yönetimine karşı Moğol yönetimini yeğlemişlerdir. 13 yüzyılda Moğol saldırılarının mutsuz kıldığı Türk halkını, mutluluğu öteki dünyada bulabilme umuduyla tasavvufa, Mevleviliğe yöneltmiştir. Sonraları, İran kültürüne vurgun üst düzeydeki kentlilerin hayranlıklarını kendi üzerlerinde toplayarak, “Osmanoğlulları döneminde halkı uyutmuşlardır.”
William Saroyan, Bitlis’ten Amerika’ya göçen bir Ermeni ailenin çocuğu olarak California’nın Fresno kasabasında doğmuştur. Asıl adı, Aram Karaoğlanyan’dır. Babası Türkiyeli olduğundan O’nu, Türk edebiyatı içinde değerlendirmek olanaklı mıdır?
Seyyid Muhammed Hüseyn Şehriyar, Farsça yazmıştır. Azerbaycanlıdır. Tek şiirini, anadili olan Azeri Türkçesiyle yazmıştır: “Haydar Baba’ya Selam”. Bir şiirini Türkçe yazdığı için Şehriyar’a “Türk edebiyatının güçlü şairi” mi diyeceğiz?
Yapıtları hemen hemen tüm dillere çevrilen, yine İran Azerbaycanı’ndan Samed Behrengi Türk’tür. Çocuklar için yazdıklarıyla bir çığır açmıştır. Geniş bir topluluğa seslenebilmek için Farsça yazmıştır. (1981’de Sovyet Edebiyat Akademisi, Bakü’de “Behrengi Enstitüsü”nü kurmuştur.) Behrengi’yi Türk edebiyatı içine mi oturtacağız? Kürt soyundan gelen, Kemal Burkay ve Cemal Süreya hangi halkın edebiyatı içinde yer alacaklar?
“Prangalar” (1967) ve “Dersim” isimli (1975), şiir kitapları, Türkçe’nin en has-en içten şiirlerindendir. Burkay, birçok dergi ve gazetelere de Türkçe yazılar yazmıştır.
“Bir kedim bile yok” sözlerini bir şarkıdan anımsarız. Bu sözler, Burkay’ın “Gülümse” şiirindendir. “Gülümse” şiirini, önce Rahmi Saltuk, sonra da Sezen Aksu müziklendirmiştir. S. Aksu, şiirin ikinci dizesini atmıştır: “İşçiler iyi çalışsın, gülümse”. Bu dize, şiirin en çarpıcı dizesidir. Şairin, tekilden çoğula varan bakış açısını yansıtır. ( Sezen Aksu’ya iki soru sormak gerekir: İşçilerin gülümsemeye hakları yok mudur?.. Bir şiiri, bütünü almayarak çarpıtmak, saygısızlık değil midir?)
Ceyhun Atuf Kansu, 1964 yılında Varlık’ta “Gülümse” şiiri için şunları yazar:
“Bu şiir de soy bir şiir tohumundan gelişerek oluşmuş eleğimin ortasında sapasağlam duruyor. Kemal Burkay’ın Gülümse adlı şiiri. Onu tümüyle, diliyle, havasıyla, yapısıyla seviyorum. (…) Onu bir gün kokusu geçip gitse de şimdilik bir ikindi havası gibi koklaya koklaya okuyorum. Türkçeden yeni bir selam gibi (…)”
Kemal Burkay’ı Türkçe şiirleriyle Kürtçe’nin içinde mi değerlendireceğiz?
Cemal Süreya, ailesiyle birlikte Bilecik’e sürülmüştür. Muzaffer Erdost anlatıyor: “1938 Dersim isyanının ardından, Cemal ailesiyle birlikte sürgündedir. 29 Nisan 1990’da (50 yıldan fazla bir zaman sonra) defterine şu notu düşüyor: ‘Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar.
Sürgüne götürdüklerinde, Cemal, 6 ya da 7 yaşındadır. Bu olay ve sürgün yılları, Cemal’i derinden etkilemiş olmalı. ‘Sürgün’ olmaktan ve kendilerine ‘Sürgün’ denilmesinden çekinir. Bu nedenle de sürgün olduğunu sürekli saklamak ister. (…)
Ne çocukluk anılarını ne de Erzincan’ı bize 50’li ve 60’lı yıllarda anlatmadı. Gizledi. Sanıyorum Kürt olduğunu değil, sürgün olduğunu sakladı. (…)
Tam olarak “Benim bu” diyeceği, kendisini “Ana-Ata kalıtçısı” sayacağı nesi vardı ki? Kürt(Zaza) ama ona Kürt denebilir mi artık? Kavminden ve aşiret birliğinden yalıtılmış, dilinden/dalından koparılmıştır. (…)
Kendi istenci (iradesi) dışında Türkçe onun dili oldu ama onu kendi dili yapmakla kalmadı, güzelleştirdi, zenginleştirdi. Nice güzel şey de onun Türkçesiyle yaratıldı.” (Muzaffer İlhan Erdost, Cemal Süreya için, Anadolu ekini.)
Cemal Süreya, Türkçe’den koparılıp kökeninden dolayı, Kürtçe içinde değerlendirilebilir mi?
Kültürel kalıta (Mirasa) sahip çıkma düşüncesi, Mehmet Uzun’u böyle bir değerlendirmeye ulaştırmıştır.
Salim Berekat Arapça’nın; Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Seyit Alp, Esma Ocak ve Yılmaz Odabaşı ise Türkçe’nin içinde değerlendirilirler. (Yılmaz Odabaşı, “Kürt şairi” olduğunu vurgulasa bile Türkçe yazmaktadır, Türkçe’nin şairidir.)
Türkiyeli Kürt yazarlar, Kürt motiflerini kullanarak Türkçe yazmışlardır ya da yazmak zorunda kalmışlardır. Dil anlaşma aracıdır… Anadolulu Kürt yazarlar, Türkçeyle anlaşmayı seçmişlerdir. Köklü ancak dal budak salamamış, yasaklanmış Kürtçeyle anlaşma yoluna gidememişlerdir... Sanatta, anadillerine yabancılaşmışlardır.
Dil, yazarın-ozanın en büyük gücüdür. Sanatçı, başka bir dille yazıyorsa, onu o dili besleyen kültür ortamı içinde değerlendirmek yerinde olur.
Anılan sanatçıların Türk kültürünün yaşatılmasında-geliştirilmesinde büyük katkıları olmuştur. Onlar Kürtlüklerini yadsımadan, Türkçe’yi zenginleştirmişlerdir. Evrensel temaları işleyerek yapıtlarında insan sıcağını yansıtmışlardır. Sanatçılarımızın Kürt soyundan gelip Türkçe’yi güçlendirmelerinden onur duyuyorum.